Okuyucularımızın, liberalizm ile neoliberalizmi birbirine karıştırmalarından dolayı, bir müddet “sosyal Marksist (neoliberalist)” tanımlamasını kullanacağız, global sivil Marksistler için… Gerçi Frankfurt Okulu’nu, Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan NEOLİBERALLER araştırmasından okuyanlar, sosyal Marksistleri de tanırlar.
Bu global hareketin küresel düzeyde, Neoconservatistleri (Yeni Muhafazakârları) aşarak sahneye ilk çıkışları, 1970’lerden sonraya rastlar. Allende’nin demokratik hükümetini Pinochet ile deviren bu sosyal Marksistlerin; ekonomi, politika ve sosyal değişim kulvarlarındaki yürüyüşleri, 1980’lerden sonra iyice belirginleşecekti. İngiltere’de Karl Popper’ın talebeleri Thatcher ile Soros, Amerika’da Reagan, Almanya’da Helmut Kohl ve Türkiye’de Turgut Özal ile dünya sahnesine çıktıklarını ilan edeceklerdi.
Ve arkalarında ikinci versiyonlar sökün edecekti: Merkel, Sarkozy, Rasmussen, Tony, AKP kurmayları, Macron, Kamala Haris, Johnson ve Cameron gibileri; bu hareketin politik vazifelerini yaparken; Henry Kissenger’ın şakirdi Klaus Schwab’a da global ekonomi için İsviçre’de DAVOS platformunu kurduracaklardı.
Kırk-elli yıla yakın süreç içinde doğup serpilen siyasi, iktisadi ve sosyal yapıları incelediğimizde; taşların ne kadar rahatça oturduklarına şahit olacaksınız: Türkiye’de 12 Eylül İhtilali ve dindar iktidarlar, Renkli Devrimler, Avrupa siyasetini istikrarsızlaştırmak için yapayca ortaya çıkarılan YEŞİLLER HAREKETİ ve bu hareketin Türkiye’deki ayağı olan Marksist Kürt hareketi ve buradan başlayan Arap Baharı felaketleri... AB’yi ekonomik olarak zayıflatmak üzere uydurulan ekonomik krizler yetmeyince, COVID-19 sonrası sahnelenen Ukrayna Savaşı…
Yukarıda birer kelime ile işaret ettiğimiz geniş ve derin konulara dikkat eden okuyucularımıza, küresel sosyal Marksistlerin; LGBTI ile sosyokültürel noktada, COVID-19 ile iktisadi/ politik düzeyde ve Arap Baharı/Ukrayna savaşlarında ise neoconlarla kurdukları uzun soluklu ittifaklarıyla belli bir zirveye ulaştıklarını söyleyebiliriz. Fakat artık iniş başlıyor…
Hedefleri, önünde engel olarak gördükleri AB gibi yapıları, milli devletleri ve bölgesel paktları tamamen ortadan kaldırmaktı. Çok bekledikleri küresel diktatörlüklerini ilan edeceklerdi. Kısmen başarılı da oldular. Kendi elemanları olan Ursula’yı AB sekreterliğine getirdiler, Sarkozy’nin yardımıyla AB Merkez Bankası’nın başına Christina Lagarde’yi Frankfurt’ta tayin ettiler. Rasmussen’i NATO sekreterliğine oturtarak, istibdada karşı kurulmuş askeri paktı, tarihin en büyük cinayetine alet ettiler. Macron aracılığıyla hem Ukrayna’da hem de Kafkasya’da çatışma ateşini genişlettiler… Trump’ı yerinden ederek, yüzde sekseni Yahudi olan bir kabineyi ABD halkının idaresine getirdiler… Gel gör ki, zaman çok değişmiş. Ahlâksız bâtıla ve müstebitlere halkların uzun süre sabredemediklerini, LGBTI meselesinde birlikte gördük. Dünyada ve bilhassa Avrupa’da onlarca meclis, bu SODOMÎ hareketi milletçe lanetleyerek reddettiler. Sonra Ukrayna savaşına, birçok AB ülkesi itiraz etti. Bildiğiniz gibi, en son olarak Filistin meselesi dünya gündemine oturdu. O bebeklerin ve kadınların kanları, Neoconların bölgedeki tüm hesaplarını alt-üst etti… Hristiyan Batı’nın onlarca meclisinde, halkın temsilcileri, artık Filistin bayraklarını sallıyorlar. Bugünlerde yaşadıklarımız, bilhassa Neoconlar için çok acı veren birer sonuç olmalıydı. Müslümanlarla Hristiyanları her dem çatıştırmak için onlarca entrika inşa eden Troçki’nin globalci ihtilalcileri, bu neticeler karşısında mutlaka kahroluyorlardır.
Fakat Almanya sokaklarındaki billboardlara baktığımızda, LGBTI’nin maskaralaştığını görüyoruz. Daha önce SODOMÎLERİN bayraklarıyla şehirleri ve caddeleri süsleyen ahlaksız sosyal Marksistler, tekrar müstehcen kadın resimlerinden medet ummaya başlamışlar. “Kadın yoktur, cinsellikteki cazibe, kadına mahsus değildir” diyenlerin, afedersiniz tükürdüklerini yalamaya başladıklarına şahit oluyorsunuz.
Avrupa Birliği parlamentosunun önümüzdeki seçimlerinin sonuçları da, bu düşüşü hızlandıracak gibi… Demokrasinin ve insani değerlerin münafıkları olan YEŞİLLER HAREKETİ’nin, hem AB için hem de Alman halkı için büyük bir musibet olduğunu, seçmenler görmeye başladılar. Türkiye’deki tüm bölücü ve Marksist hareketlere kuvvet veren Sosyal Marksistlerin sermayelerinin, YEŞİLLER’in Avrupa ve Almanya siyasetlerini istikrarsızlaştırmalarına yetmeyeceğini, önümüzdeki zamanlar inşaallah gösterecektir. Bekleyelim ve görelim…