Bilindiği gibi Mehdi ve Mesih beklentileri, hak, batıl, muharref ve müsahhih bütün dinlerin meselesidir ve o konuda herkes kendine göre bir kurtarıcıya inanır, onu bekler.
Onun için de rivayetler karışmış ve işin içinden çıkmak hayli zorlaşmıştır. Fakat iman ve İslam, imkân demektir ve Cenab-ı Hak “Gaybı Allah’dan başkası bilmez, bir de Allah’ın ilim verdiği rasihler müstesna”(Âl-i İmran, 7) buyurmaktadır. O halde bu muğlak durum, hakiki ve müdakkik bir mü’min için mesele değildir.
Şu an için gündemde olan Netanyahu’nun, “Biz bu katliamları Mesihin gelmesi için yapıyoruz” deyip, haşa Mesihi zulüm ve hunharlığa vesile göstermesi, Amerika gibi süper güç ve demokrat zannedilen bir devletin ve bazı Avrupa ülkelerinin sanki İsrail’in paralı askerleri gibi zulme alet olmaları, “asaleti olan garaza vasıta olmaz” kaidesine göre çok şaşırtıcıdır. İran liderinin ise, “Mehdi geldi, geliyor ve bize yardım edecek” gibi afaki ve siyasi söylemlerinin de, yine gerçek Mehdi ve Mesih idrakinden fersahlarca uzak olduklarının ibretlik delilleridir.
Böyle muharref dinler ve içtihaden yanlışta olanların, insanlığı sapık inançlarının tutsağı ettiği bir ortamda bizim, hak dinin mensupları ve gerçek inançların temsilcileri olarak susmamız, akıl ve iz an alır bir şey değildir. “Akıl tutulması” denen olayın bu olması gerekir. Bu gayretsizlik ve ciddiyetsizlik, gayretullaha dokunur. Madem cepheye gitme imkânımız da yok. Hiç olmazsa fikren bari bu yaraya bir neşter vuralım ve bu ihaneti dünyaya ilan edelim gayretiyle bu meseleyi işlemeyi, hem imani, hem vicdani bir sorumluluk ve zorunluluk saydım.
Bu sorumluluğu ifa etmek için de, Bediüzzaman’ın tesbit ve teşhisleriyle şekillenen, bizzat kendi sözlerini soru ve cevap olarak nakletmeyi uygun buldum:
“Sual: Ahirzamanda Hazret-i Mehdi geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddit rivayat-ı sahiha var. (...) Eğer Mehdinin bütün işleri harika olsa, şu dünyadaki hikmet-i ilahiyeye ve kavanin-i adetullaha muhalif düşer. Bu Mehdi meselesinin sırrını anlamak istiyoruz.
Elcevap: Cenab-ı Hak, kemâl-i rahmetinden, Şeriat-ı İslamiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında, bir muslih veya bir müceddit veya bir halife-i zişan veya bir kutb-u azam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş; fesadı izale edip, milleti islah etmiş; din-i Ahmedîyi (asm) muhafaza etmiş. Madem adeti öyle cereyan ediyor, ahirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehit, en büyük bir müceddit, hem hakim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a’zam olarak bir zatı nuraniyi gönderecek ve o zat da Ehl-i Beyt-i Nebevi’den olacaktır”. (Yirmi Dokuzuncu Mektup-Yedinci Kısım)
—Devam edecek—