Müslümanlar ne zaman birlik ve beraberlik içerisinde olunmuşsa, dünyaya meydan okumuşlar ve İslam’ın hak ve adalet uygulamalarını âleme göstermişlerdir. İslam tarihi fitnelerin devreye girmesiyle gerileme baş göstermiş, yıkımlar başlamıştır.
Dizi: Gemilerin yakıldığı ülke İspanya - 2
Sebahattin Yaşar - [email protected]
Kaynaklardan İspanya ile ilgili, biraz tarihi bilgi verelim
İslam’ın İspanya’ya doğru hareketi Hz. Osman dönemine rastlar. Mısır valisi bulunan Ukbe bin Nafi, mahiyetindeki askerlerle birlikte batıya doğru yola koyulur. Uzun bir yolculukla Bahr-i Muhit (Atlas Okyanusu) kıyılarına kadar ulaşır. O asırda bu kıyılar ulaşılabilecek en uzak topraklar olarak kabul edilmekteydi. Ukbe bin Nafi bindiği atı bir rivayette deveyi okyanusa sürüp, “Ya Rab! Şahid ve nazırsın ki bu büyük denizi geçip ilerlemeye mani olmasaydı İsm-i Celal’ini daha ileri götürürdüm.” demiştir.
Ukbe bin Nafi fethettiği bu geniş topraklarda önceleri Romalıların tasarrufları vardı. İslam askerleri bu Moritanya memleketlerinde ‘Berber’ isminde savaşçı bir kavme rast geldiler. Gerçekte bu kavim yarı Hristiyan, yarı putperest ve belki de hiçbir dine mensup değildi. İslam kumandanları gittikleri yerlere adaleti, hakkaniyeti, hak ve batılı aşikar kılan İslam dinini yaymaya ve ilan etmeye muvaffak olmuşlardı.
Özellikle Berberilerden pek çok asker toplayarak imanlı İslam askerlerini kat be kat arttırmışlardı. Halkı pek çok farklı ırklardan oluştuğu halde İspanya hayli müddet Romalıların hakimiyeti altında kaldı. Bu kavimlerden olan Got kabilesi İspanya’da yerleşmiş ve bir hükümet kurarak birçok yeri idaresine almıştı. Got hükümeti dört yüz sene kadar devam etmiş Miladi 472 senesinden 710 senesine- yani İspanya’nın Müslümanlar tarafından fethine kadar yirmi beş tane hükümdar geçmişti. Hemen hepsinin dönemlerinde de iç karışıklık eksik olmamıştı. Musa bin Nusayr İspanya’yı fethetmeden önce Got kavmi ciddi bir kargaşa içerisindeydi. Musa bin Nusayr, Mağrip-Zemin topraklarını tamamen tasarrufu altına almış ve halkını dalalet çıkmazlarından kurtarıp, İslam nuruyla aydınlatmıştı.
Mağrip valisi Nusayr, ihtiyarlığına ve seferin meşakkatlerine bakmayarak sefere hazırlandı. Hatta bazı rivayetlere göre asıl maksadı; İspanya’nın fethine muvaffak olduktan sonra Fransa ve Almanya’yı da ele geçirmek ve Macaristan tarafından gelerek Kostantiniyye’yi ele geçirmek ve Peygamberin hadisinde geçen, “Kostantiniyye fetholacaktır, onu fetheden komutan ne güzel bir komutan, o asker ne güzel askerdir.” şerefine nail olmak istiyordu.
Tarık bin Ziyad komutan tayin edildi
Musa bin Nusayr, çoktan beri tasarladığı bu fetih için Sebte ve Tanca limanlarında uygun gemiler hazırlatıp, Berber kabilelerinden de cesur ve cengaver olanları seçip, aralarından Tarık bin Ziyad’ı komutan tayin ederek Babüzzükak yani şu anki Sebte Boğazı ve Cebel-i Tarık denilen Boğazı geçmeleri için gönderdi. Tarık yakınlarda bulunan dağı zaptederek oraya sığındı ve bu yeri Cebel-i Tarık diye isimlendirdi. Buraların valisi olan Tudmir Müslümanları tekrar İfrikıyye’ye döndürmek için askerlerini toplayıp kalabalık bir kuvvet ile Tarık’ı kuşatmıştı. Tarık, derhal sahilde olan gemileri yaktırarak askerlerine, “İşte eğer sabır ve sebat ederseniz muzaffer olup Endülüs’ü feth ederiz yoksa düşman hepimizi denize döker.” demiştir. Bu cesaret verici sözler İslam askerlerine cesaret vermişti. Müslüman askerlerin şevkle hücumu karşısında düşman orduları dağıldılar. Burada Tarık bin Ziyad’ın mağlubiyet endişesine karşı atına binip dizginini çekerek, “Ey Batı topraklarının gazileri! Ey cesaretli Müslümanlar! Nereye gidersiniz ve gaflet ile hangi mahalle kaçmak istersiniz? Zira önümüz düşman ve arkanız denizdir. Size lazım olan vaadedilen ilahi yardımdan medet umarak ve fıtri cesaretinize dayanıp, güvenerek savaş meydanında ayaklarınızı sabit tutmaktır. Tarık’ın bu heyecanının, yüksek cesaretinin altında rüyasında gördüğü Peygamberin (asm) ikazları vardır.
Yolculuğumuz boyunca imkanlar ölçüsünde cemaatle namaza ve tesbihata özen gösterdik.
Doğru ki, Müslümanlar ne zaman birlik ve beraberlik içerisinde olunmuşsa, dünyaya meydan okumuşlar ve İslam’ın hak ve adalet uygulamalarını aleme göstermişlerdir. İslam tarihi boyunca bütün zamanlarda bu kadar büyük ve geniş kazanımlar iç çatışmalar, fitneler, basit duyguların devreye girmesiyle gerileme baş göstermiş, yıkımlar başlamıştır. Yüksek amaçlar, peygamber (asm) müjdesine nail olma idealleri zayıflayınca basit idealler devreye giriyor ve insanın yüksek enerjisi basit hisler peşinde sarf edilmeye başlanıyor. Dayanışma ruhunun kaybolması, idareye, makamlara talip olmanın ön plana çıkması, ittihadı bozuyor ve mağlubiyetler söz konusu olmaya başlıyor. Bu, bugün de geçerli bir derstir.
Nitekim İslam’ı aleme yaymak, hak ve hukuku temin etmek, adaleti sağlamak gibi yüksek ideallerle yola çıkınca, Müslüman Araplar İspanya’nın bütününü elde etmişler. Onlarca cami, hastane, medrese kurmuşlar ve harika eserler vermişlerdir. Yaklaşık 800 yıl hüküm süren İspanya’daki İslâm hâkimiyetinde pek çok sanat eserleri, bugün İslâm sanatı için olduğu kadar dünya sanatı için de büyük önem taşımaktadır. Günümüze kadar gelebilen pek az sayıdaki örneğine rağmen Endülüs’ten geriye kalan mimari eserler, çeşitli sanat dallarına ait küçük boyutlu, fakat büyük hünerle meydana getirilmiş olan sanat zenginlikleri, Endülüs’ün İslam’la zenginleşen ve derinleşen görkemini sergilemektedir.
İslâmî dönemdeki iç çekişmeler sonucu İspanyolların ülkeyi tekrar ele geçirmeleri sırasında mâruz kaldıkları saldırıların, daha sonraki yıllarda gerçekleştirilen yıkımların ve tabiat şartlarının etkisiyle birçoğu ortadan kalkmış olan mimari eserlerin bugüne gelebilen sınırlı sayıdaki örnekleri, İslâm sanatının Avrupa’daki özel nümuneleri olduğu için bugün özenle korunmaktadır. Bu az sayıdaki eserler dahi İslam sanatının derinliklerine işaret eder durumdadır.
Kültürel ve siyasî bakımdan Hristiyan tebaaya karşı takındıkları hoşgörüyü dinî bakımdan da büyük ölçüde sürdürmeye çalışan Endülüslü hükümdarların yaptırdıkları binalar ve küçük sanat eserleri, İslâm ülkelerinde olduğu kadar Hristiyan ülkelerinde de büyük övgülere mazhar olmuştur. Sekiz asra yakın bir geçmişe sahip Endülüs İslâm medeniyeti, varlığı süresince çeşitli devreler geçirmiştir. Müslüman halkın değişen siyasî ve kültürel olaylardan etkilenerek meydana getirdiği eserler de değişiklikler göstermekte ve bu sebeple Endülüs sanatını Endülüs’ün tarih safhalarına göre dönemlere ayırmak gerekmektedir.
Gazze’de yaşananlar insanlık vicdanı uyandırdı
Bugün İslam dünyasının birlik ve beraberlik içerisi olmamasının ağır neticeleri sadece sanatta değil, diğer bütün alanlarda da görülmektedir. Gazze’nin bütün dünyanın gözleri önünde İsrail tarafından soykırıma uğraması karşısında Müslüman ülkelerin liderlerinin ve halkının beklenen ve gereken tepkiyi gösterememesi bir ibret vesikasıdır. Gerçi diğer taraftan Asya’nın uyanışını yine Batı sağlayacak gibi duruyor. Amerika ve Avrupa ülkelerinde halk, İsrail’in insanlık dışı soykırımına ciddi ses çıkarıyor, meydanları dolduruyor, üniversitelerde protestolar yapılıyor. Nitekim Madrid’de meydan ve ilgili caddelerde -bizim de katıldığımız- Filistin’e destek yürüyüşünde binlerce kadın, çocuk, genç Filistin bayraklarıyla gösteri yürüyüşü yapıyorlar. Burada görünen o ki, Gazze’deki şahsiyetli insanlar, Kur’an’ın derslerini hayatlarında yaşayarak, korkmadan, çekinmeden dünyada insanlık vicdanının uyanmasına vesile olmuşlar ve olmaktadırlar.
Hür dünya için gençler sahnede
Amerika ve Avrupa üniversitelerinde gençler, hangi din mensubu olursa olsun, insanlık adına Gazze’deki yaşananlara meydan okuyor, üniversite yönetimlerini bu ülkeye destek veren şirketlerden alış-veriş yapmamaya çağırıyor, başarılı da oluyorlar. Yaşananlar, insanlık vicdanının ölmediğini gösteriyor. Her ne kadar, modern zamanlarda insanlığın yüz karası idareciler ve insanlar olduğu gibi, insanlığın kendileriyle iftihar ettiği, hak ve hakikati, vatan ve mukaddesatı korkusuzca savunun Filistinli insanlar ve idareciler gibi insanlar da vardır. Yani Ebucehiller de Ebubekirler de bu imtihan dünyasında var. Bugün bu yaşananların da etkisiyle yüzbinlerce batılı İslam’ı, Kur’an’ı araştırma, tanıma ve kabul etmek bahtiyarlığına ulaşıyor.
Aile gezi programımız gündemimize girdiği andan itibaren ister istemez zihnimizde bu bahsi geçen konuların mütalaasına mani olamıyoruz. Nitekim İspanya gezimiz öncesinde ve sonrasında İspanya ile ilgili okumalarımız devam ediyor. İspanya’da dünyamıza pek çok kavram girdi ve şimdi onların hayatlanması, yaşanması çabası içerisindeyiz.
Yeri gelmişken burada Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi ve rehberimizin bize okumamız için önerdiği; Lezzetli Fransa Tarihi ve İncildeki İkinci İsa gibi kitapları da okuma önerisi olarak ifade edelim.
İlk durağımız bir Akdeniz şehri olan MALAGA
İstanbul’dan İspanya yolculuğumuz, yaklaşık 3,5 saat sürdü. Yolculuk boyunca sağınızda solunuzda cevşen okuyan, Risale okuyan insanların olması ne de güzel bir duygu. İlk durağımız İspanya’nın güney şehirlerinden biri olan ve Endülüs Özerk Bölgesi içinde yer alan ve Akdeniz’e de kıyısı olan Malaga şehri idi. Doğrusu havalimanı işlemlerinde uzun kuyrukların oluşması noktasında ülkemizin teknolojik imkanlar noktasında ne kadar gelişmiş bir konumda olduğunu görmek bizi mutlu etmişti.
Turizm bu şehri son yıllarda fakir bir şehir olmaktan kurtarmış ve Akdeniz’in en önemli tatil mekanlarından biri haline getirmiş. Malaga şehri, tarihi yapıları, çoğu araç trafiğine kapalı caddeleri, sahilleri ve plajları ve muhteşem güzellikte doğası ile ilgi çeken bir şehir.
İspanya’nın her şehrinde birden çok bayrakların asılı olduğunu görürsünüz. Bu, eyalet sistemi gibi ülkenin, bölgenin, şehrin ve Avrupa Birliği’nin bayraklarıdır. Yani toplum farklılıklarıyla nasıl yaşamak istiyorsa ona uygun adımlar atılmış. Topluma rağmen veya toplumu bir üst aklın marifetiyle dar bir tanımlamaya hapsetmek kabul edilmemiş. Nitekim terör gibi problemlerin üstesinden de bu şekilde gelinmiş. Yani oturup halkıyla konuşmak ve onların ne istediklerine, nelerden şikayetçi olduklarına kulak vermek ve ortak birtakım noktalarda anlaşmak temin edilmiş.
Şehirlerin merkezlerinde birkaç bayrak yer alması, bölge bölge özerk yönetimlerin olduğunu gösteriyor. Her bölge bağlı bulunduğu diğer bölgelerin de bayraklarını asıyordu. Bir anlamıyla eyalet sistemi üzerinde her bölge kendi kültürel ve siyasi varlığını devam ettiriyor. Bu bir anlamda farklılıklarla birlikte beraber yaşamanın göstergesiydi. Nitekim önceki zamanlarda meydana gelen terör olaylarında halk ciddi bir tepki göstermiş ve bu tür adımlara rağbet etmemiştir. Böylece halktan zemin bulamayan terör zaman içerisinde oturup konuşulmuş ve birtakım noktalarda anlaşmalara varılmış.
-DEVAM EDECEK-