Sonsuz ilim, irade ve kudretiyle ve diğer isim ve sıfatları ile kâinatı nihayetsiz maksat ve gayeler için yaratan Cenab-ı Hak, kâinat ağacının en mükemmel meyvesi olarak yaratığı insana da çok kapsamlı istidat ve kabiliyetler vererek, bu dünya denilen imtihan meydanına göndermiş.
Emanet olarak verilen enâniyet cihetiyle dünyaya, kulluğu itibariyle âhirete bakan yüzü bulunan insan, hayra bakan yüzünü kullanmakla manen en yüksek makamlara çıkarken, şerre bakan yüzü cihetiyle en aşağı derekelere düşebilmektedir.
İnsana verilen cüz’i ilim, irade ve kuvvet gibi sıfatlar, Cenab-ı Hakta var olan külli asıllarını anlamak için bir kıyas vesilesi olduğu gibi, insan noksan sıfatları ile de Allah’ın kemâl sıfatlarına ayna olma vazifesini görür.
İlâhi ilminin bir nev’i ve ünvanı olan kader ile, ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şeyi planlayan ve külli iradesiyle nasıl istiyorsa öylece tanzim eden Yüce Allah, ızdırari kader dışında insanın hür iradesiyle tercih edeceği bir hayat yaşamasını da tensip etmiş fakat iradesiyle yapacağı bütün fiillerinin mesuliyetini insanın cüz’i iradesine yüklemiştir.
Kâinatın sahibi ve yaratıcısı Cenab-ı Haktır. İnsanın hevesine göre âlemi tanzim etmemiştir. Şayet, herkesin isteğine göre âlem tanzim edilseydi, bu dünya ve kâinatın düzeni fesada uğrar ve bozulurdu.
Rahman olan Yüce Allah, kullarına kullarından daha fazla şefkatli ve merhametlidir. Meleklerine bile tercih ederek insanı yeryüzünde Kendisine halife yapmıştır. Allah kullarına hep hayır ve iyilik dilemektedir. Kullarını cennetine almak istemekte, bunun için de semâvi kutsal kitaplar göndermiş ve peygamberler tayin etmiştir. Son peygamber Hazret-i Muhammed’den (asm) sonra da, onun varisleri olan âlimler ve evliyalar ile insanlara doğru yolu göstermiştir. Bütün bunlara rağmen, kötülüğü ve fenalıkları isteyen insanın nefsidir ve hiçbir zaman hayır ve iyilik taraftarı değildir.
Âlemin varlıkları ve olayları Yüce Allah’ın kontrolünde ve kader programı dâhilindedir. Zahiri sebepler perdesi arkasında kader programı işlemektedir. Her şeyin kader programı ile takdir edilmiş olduğuna iman etmek, insanı her türlü keder ve elemden kurtarır. Onun için “Kadere iman eden, kederden emin olur.” denilmiştir.
Bir saraya giren ve olan biten üzücü olaylara güç yetiremeyen bir insanın, saray sahibi tarafından her şeyin bir plan ve program altında idare edildiğini öğrenmesi ve inanması, onun bütün üzüntülerini giderip rahatlamasına vesile olur. Aynen öyle de, kadere iman eden insan, her şeyin bir plan dâhilinde yaratılıp yönetildiğine iman etmesi, onun bütün sıkıntılarının gitmesini temin eder.
Bu noktada tevekkül devreye girmektedir. Tevekkül, işini Allah’a bırakıp Ona teslim olmak anlamına gelmektedir. Ancak, tevekkül sebepleri bütünüyle terk etmek anlamına gelmez. İşin başında tevekkül ediyorum diyerek, yapılması gerekenleri ihmal etmek tembelliktir. Bütün sebepleri yerine getirdikten sonra neticeyi Allah’a bırakmak gerçek tevekkül anlayışıdır.
Bir hizmet mahallinde, toplumun taklit mertebesindeki imanlarını tahkik mertebesine yükseltmeye çalışan hamiyetli fertler, sebepler dâiresinde yapılması gereken her türlü vazifeleri şevk ve gayretle yerine getirdikten sonra tevekkül etmelidirler. Yoksa “Allah her şeye kadirdir. Dilerse bu insanları hidayete sevk eder.” diyerek, tebliğ hizmetindeki vazifeleri ihmal ederek tevekkül eder ve mevcuda kanaat ederse, bu doğru bir tevekkül anlayışı olmaz.
Hülâsa, Bediüzzaman Hazretlerinin tespit ettiği gibi “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.” (Sözler s. 284)