Trabzon’daki okuyucularımızın daveti üzerine 05 Ocak 2024 Tarihinde, Esenboğa hava alanından hareket ettikten bir saat yirmi dakika sonra menzilimize ulaştık. İman hizmetinde on yıl boyunca birlikte hizmet ettiğimiz, Barış Kardeş bizi karşıladı. Cuma Namazı için süratle İskender Paşa camiine geçtik.
Bediüzzaman Hazretleri, hiç bir suçu olmadığı halde, Şeyh Said isyanı münasebetiyle Isparta’ya gönderilirken on beş gün bu camide kalmış. Cuma namazını bu camide kıldık.
Cuma akşamı, hizmet merkezinin geniş salonu oldukça kalabalıktı. Önceden tanıdığım gönül dostlarımın yanında, yeni tanıdığım nice yeni dostlar da vardı. Onlara bin Bârekallah! Cemaatin birlik ve beraberlik içindeki hizmetleri gayet güzeldi. Zaten bir cemaatte ihlâs ve tesanüt olduktan sonra, yapılması gereken diğer hizmetler kendiliğinden geliyordu. Zira Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi: “Cemiyetteki tesanüt, durgun şeyleri harekete getirmek için yaratılmış bir vasıtadır. Cemaatteki karşılıklı haset ise, harekette olanları durdurmaya yarayan bir vasıtadır.” (Hutbe-i Şâmiye s. 301)
İslâmî hizmet cemaatleri arasında da kıskançlığa sebep olacak bir durum yoktur. Farklı metot ve usullerle İslâm dinine hizmet eden bu gruplar, birbirlerini tamamlayan unsurlar gibidir. Bundan dolayı Bediüzzaman: “Hakka hizmet büyük ve ağır bir defineyi taşımak gibidir. Ne kadar kuvvetli omuzlar altına girse kıskanmak değil, bilakis memnun olmak gerekir.” Demektedir. (20. Lem’a-i İhlâs 7. sebep)
Müslümanların kalp birliği, sadece ülkemizdeki Müslümanları ilgilendiren bir durum değildir. Bütün İslâm dünyasındaki müminlerin dahi buna ihtiyacı vardır. Çünkü başta Türkiye ile Arap ülkeleri arasında bir zamanlar hoş olmayan durumlar olmuştu. Bizimkiler: “Ne Arabın yüzü ve ne de Şam’ın şekeri!” gibi aşağılayıcı ifadeler maalesef yaygın hale gelmişti. Araplar da, “Türkler Hıristiyan oldu. Onlar, İslâm dininden çıktı.” gibi çok yanlış kanaatlerle, aramızda çok olumsuz vaziyetler ortaya çıkmıştı. Böyle düşünceler ise, İslâm dünyasındaki birlik, beraberlik ve ittihadın temelini dinamitleyen bir vaziyet idi.
Ancak, Bediüzzaman, aramızdaki birlik ve ittifakı bozan bu duruma da çareler üretti. Kendi ifadesiyle: “Risale-i Nur, âlem-i İslâm’ın ve Asya kıt’asının hâl-i hazırdaki itiraz ve ittihamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mu’cize-i Kurâniyedir.” diyordu. (Emirdağ Lâhikası s. 188)
Evet, Risale-i Nur eserleriyle yapılan iman ve Kur’an hizmetiyle dinsizlik, komünistlik ve Masonluk gibi cereyanların beli kırıldığı gibi, İslâm kardeşliği ile Müslüman dünya ile kardeşlik bağlarımız kuvvetlendi. Araplar da: “Türkiye’de Bediüzzaman gibi büyük bir âlim çıktı ve Risale-i Nur gibi bütün insanlığın muhtaç olduğu Kur’an tefsiri yazıldı. Türkler, eskiden olduğu gibi, yine İslâm’ın bayraktarıdır ve onlar bizim din kardeşlerimizdir.” fikri gittikçe yayıldı. Trabzon’daki kardeşlerimiz ile ders ve sohbetimiz bu minval üzere sürüp gitti, elhamdülillah. Dönüş yolundaki yol arkadaşım Ezel beyle bunlara benzer konuları sohbet ederek geldik. Ona hem bir kitap hediye ettim hem de o günkü Yeni Asya Gazetesini verdim. Çok memnun olduğunu söyledi ve tekrar görüşmek dilekleriyle hava alanında vedalaştık.