Bir konferans münasebetiyle yapılan davet üzerine 03 Şubat 2024 tarihinde Afyonkarahisar iline gidiyordum.
Her yolculukta olduğu gibi, bu sefer yol arkadaşım ve Antalya iline devam edecek olan Necati adında bir beyefendi kişiydi. Kırk yaşlarında olan Necati beyle muhtelif aralıklarla Afyon’a kadar sohbet ettik. Sonunda, çantamda buluna kitabı imzalayarak hediye ettim ve tekrar görüşmek dilekleriyle karşılıklı telefonlarımızı verdik.
Terminalden bizi alan ve Ankara mezunu olan Mehmet Hoca ile sohbet ederek hizmet merkezine ulaştık. Beş katlı hizmet binası gerçekten çok planlı yapılmıştı ve bir hayli öğrenci barınabilecek kapasitedeydi.
Cumartesi akşamı yapılacak olan “İttihad-ı İslâm” konferansına Afyon ile birlikte Eskişehir, Kütahya, Uşak ve bağlı ilçelerinden de gelenlerin, bir de hanım kardeşlerin katılımıyla iki yüz elli civarında kalabalık bir toplantı olmuştu. İki saat süren konferansın sonunda, Bediüzzaman Hazretlerinden yapılan alıntılar ve müjdeli haberler ile hepimiz istifade etmiş ve memnun olmuştuk.
Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi “Bu zamanda en büyük farz vazife İttihad-ı İslâm’dır.” Ancak, İttihad-ı İslâm denilince hemen akla sadece İslâm devletleri arasındaki resmi ittifak anlaşılmamalıdır. Birbiri içindeki daireler gibi, cemaat bünyesindeki ittihattan, İslâmî hizmet cemaatleri, İslâm milletleri ve İslâm devletleri arasına kadar uzanan çok geniş bir ittihat anlaşılmalıdır. Bir İttihad-ı İslâm olması için, öncelikle bahsi geçen ittihatların gerçekleşmesi lâzımdır ki, Müslüman devletleri arasındaki büyük ve resmi ittihat gerçekleşebilsin.
Bediüzzaman Hazretleri, bahsi geçen bu ittihatların nasıl olacağının formüllerini yaklaşık yüz sene öncesinden tespit etmiş. Bunlar üzerinde bir hayli okuyup izahlarda bulunduk. İslâmî cemaatleri ve hizmet gruplarını bir çatı altında toplamak zaten mümkün olmadığından, bunların birbirleriyle ihtilaf çıkarmamak ve diğerlerinin hizmetlerine taraftar ve duacı olmak şeklindeki ittihatlarının yeterli olduğunu ifade ettik.
Müslüman devletleri arasındaki ittihat ise, çok geç kalınmış bir mesele olduğu üzerinde bir hayli durduk. Eğer, şimdiye kadar bu İttihad-ı İslâm hakikati gerçekleşmiş olsaydı, elbette Batılı emperyalist güçler, Orta Doğudaki devletler üzerinde bu kadar oyun oynayamaz, petrol ve doğalgaz gibi enerji bölgelerine çökemezlerdi. Hem de, cetvelle çizilmiş haritalar üzerinden Müslümanları birbirine kırdıramazlardı. Filistin ve Gazze’de vicdanları kanatan soykırımlar başta olarak, Irak, Suriye, İran ve diğer İslâm ülkelerinde meydana gelen çok kanlı olaylar yaşanmazdı.
Bahsi geçen acı hadiselerden ciddi dersler alarak, en kısa zamanda elli yedi İslâm devleti arasında İttihad-ı İslâm hakikatini gerçekleştirmek lâzımdır. Zaten, İslâm İş Birliği Teşkilatı denilen ekonomik bir birlik kurulmasına muvaffak olunmuştur. Bu temel üzerine neden İttihad-ı İslâm kurulamasın?
Türkiye ile Irak arasında 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat Paktı imzalandığı zaman, buna çok sevinen Bediüzzaman Hazretleri “Bu anlaşma, İttihad-ı İslâm’ın ilk adımıdır.” diyormuş. Ancak, dessas ve hilebaz İngilizler 04 Nisan 1955 tarihinde, ne ilgisi varsa bu anlaşmaya dâhil olmuşlar. 17 Eylül’de Pakistan ve 04 Kasım’da İran da dâhil olmasıyla bu anlaşmanın adı CENTO olmuş. Amerika da altıncı ve gözlemci olarak içine girmiş. Ancak, zamanla ve muhtelif aralıklarla bazıları anlaşmadan çekilince, CENTO dağılmış ve 27 Mayıs 1960 ihtilalından sonra tamamen kapatılmış. Böylece, büyük ümitler beslenen bir ittifak adeta yok edilmiş. Dessas İngiliz siyaseti de muradına ermiş.
Şimdi, çok büyük emekler vererek tekrar bu ittihadı temin etmenin zamanı geldi. Çünkü yaşanan hadiseler böyle bir birlik kurmaya İslâm devletlerini mecbur ediyor. Aksi takdirde, bölük pörçük bir İslâm dünyasının, Batılı emperyalist devletler tarafından lokmalar halinde yutulması hedefleniyor. Buna, Türkiye de dâhildir. Şayet, elli yedi İslâm devletinin birliği hemen kurulamıyorsa, Türkiye, Azerbaycan ve Kuveyt’in yaptığı stratejik iş birliğine, ikinci etapta Pakistan, Mısır ve Suudi Arabistan dâhil edilse ve sonrasında Türk Devletler Teşkilatına üye olan devletler de ilave edildiğinde, muazzam bir güç birliği temin edilmiş olur. Zamanla bu devletlerin etrafında geri kalan İslâm devletlerinin de toplanması ile arzu edilen ve hedeflenen İttihad-ı İslâm gerçekleşmiş olur. Birisine yapılan bir saldırı, hepsine yapılmış kabul edildiği zaman, bu elli yedi İslâm devletleri ne birbiriyle savaşabilir ve ne de Amerika, Avrupa, Rusya ve Çin gibi emperyalist devletler tarafından baskı altına alınabilir. Bu stratejik büyük güç ve İslâm bloku, dünyanın dengelenmesine ve genel dünya barışının da teminine hizmet etmiş olur. Bu minval üzerine sohbetimiz devam etti. Böyle bir büyük neticenin gerçeklemesi için de dualar ederek konferans sona erdi.