Bu dünyayı imtihan meydanı yaparak zıtları birbiri içine katan ve güzellik- çirkinlik, iyilik-kötülük, iman-inkâr, fayda ve zarar gibi şeyleri hamur gibi yoğuran Cenâb-ı Hak; insanın mahiyetine de güzel duygularla birlikte, hoş olmayan duyguları da yerleştirmiştir.
Bunun böyle olması, imtihana vesile olması içindir. Bahsi geçen olumsuz duygulardan başta gelenlerinden birisi de hırs duygusudur. Hırs duygusuna kapılan insanlar, hayatlarından daima şikâyet ederler. Şükür etmek akıllarına bile gelmez. Atalarımız “İnsanın gözü doymaz. Onun gözünü ancak toprak doyurur.” Diyerek, insanın doymak bilmeyen hırsını veciz bir şekilde dile getirmişlerdir. Eğer, insanlar için bir meşguliyet ve tembellikten kurtarma vesilesi olmasaydı, ağaçlar gibi insanların da rızkını ayağına gönderirdi. İnsan, rızkını Allah’ın rahmet hazinesinden aramakla mükelleftir.
Fakat bu hırs ile değil, tevekkül etmek tarzında olmalıdır. Meşru bir dairde sebeplere teşebbüs etmeli, neticeye ise kanaat ve tevekkül ile karşılık vermelidir. Bitki ve ağaçların rızıkları ayaklarına gelmesi, canavar hayvanların hırs ile rızık peşinde koşup, çok zahmetle elde ettikleri nahoş rızıklarını yemeleri ilginç bir tablodur. Bu hakikati nazara veren Bediüzzaman Hazretleri “Hırs, sebeb-i mahrumiyettir; tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir.” der. Bundan dolayıdır ki, halk arasında “Hırs gösteren mutlaka zarar ve hüsrana uğrar.” cümlesi, darb-ı mesel olmuş. Cenâb-ı Hak, ayet-i kerimede “Eğer şükrederseniz nimetimi arttırırım. Nankörlük ederseniz, nimetimi geri alırım.” ferman eder. Hırs, nimetlere karşı şükürsüzlük, memnun olmama ve kanaat etmeme anlamını taşımaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri, Uhuvvet Risalesinde şu misalleri verir: “İki dilenciden biri hırs ile diğeri tevekkülle istediğini gören bir şahıs, ikinciye verip, hırs ile isteyenden sıkılıp vermemek, herkes kalbinde hisseder. Hem meselâ; Gecede uykun kaçmış, sen yatmak istesen, lâkayt kalsan uykun gelebilir. Eğer hırs ile istesen, illa uyuyayım desen, büsbütün uykunu kaçırırsın. Ya da; mühim bir iş için beklediğin kişi, ‘Bir türlü gelmedi.’ diyerek hırs göstersen, bırakıp gitsen, bir dakika sonra o adam gelir, fakat o mühim işin de bozulur.” Hayatımızda bu misallerin çoğunu yaşadığımızı görürüz. Hırs, birçok işimizin ters gitmesine sebep olur.
Hırs, İslâm dininin beş şartından biri, hem belâların def’ine, hem de berekete vesile olan zekâtın da verilmesine çoğu insanlarda engeldir. Hâlbuki insan sahip olduğunu zannettiği servetin sahibi değildir. Çünkü veren Allah’tır. İnsan ise, bir tevziat ve dağıtım memurudur. Zekât, zenginin malı içinde Allah’ın tayin ettiği fakirin hakkıdır. Verilmeyen zekâtlar, fakirin hakkını gasp etmektir ve kişiye helâl olmaz. Zekâtını vermeyenin, en az o zekât miktarı kadar bir mal elinden çıkar. Hem de fakirin duasından mahrum kalır.
Hırs, hâkim olma duygusunun da tahrikçisidir. Yavuz Sultan Selim “Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha azdır.” demiş. Çoğu şeylere hükmeden insanlar, her şeye hükmedeyim derken, elindeki olanlarını da kaybetmek durumunda kalır. Hırsın tahrik ettiği hükmetme arzusu, fitne ve ihtilâfların da temelini oluşturur. Hâlbuki bu dünyanın üstü olduğu gibi altı da vardır. Yarın toprak olunacağına göre, hırs ile dünyaya saldırmanın da bir anlamı yoktur. En iyisi, Allah’a tevekkül ve kanaat etmektir.