Ve şu bağistan-ı âlem içindeki küre-i arza bakıyoruz, görüyoruz ki bir bahçe şeklinde, rengârenk yüz binler süslü çiçekli nebatat taifeleri onda serilmiş ve çeşit çeşit yüz binler envâ-ı hayvanat onda serpilmiştir.
İşte şu zemin bahçesinde, bütün o süslü nebatat ve ziynetli hayvanat, muntazam suretleriyle ve mevzun şekilleriyle ilân ediyorlar ki “Biz bir tek Sâni-i Hakîmin sanatından birer mu’cizesi, birer harikasıyız ve vahdaniyetin birer dellâlı, birer şahidiyiz.”
Hem o bahçedeki ağaçların başlarına bakar, görürüz ki: Gayet derecede alîmâne, hakîmâne, kerîmâne, latîfâne, cemîlâne yapılmış muhtelif suretlerde meyveleri, çiçekleri görüyoruz. İşte şunlar, bilumum bir lisan ile ilân ederler ki “Biz bir Rahman-ı Zülcemal’in ve bir Rahîm-i Zülkemâl’in mu’ciznüma hediyeleriyiz, hayretnüma ihsanlarıyız.”
İşte bağistan-ı kâinattaki ecram ve mevcudat ve küre-i arz bahçesindeki nebatat ve hayvanat ve eşcar ve nebatatın başlarındaki ezhar ve semerat, nihayet derecede yüksek bir sadâ ile şehadet eder, ilân eder, derler ki:
Bizim Hâlık’ımız ve Musavvir’imiz ve bizi hediye veren Kadîr-i Zülcemâl, Hakîm-i Bîmisal, Kerîm-i Pürneval her şeye kàdirdir. Hiçbir şey Ona ağır gelmez, hiçbir şey daire-i kudretinden hariç olamaz. Kudretine nisbeten zerreler, yıldızlar birdir. Küllî, cüz’î kadar kolaydır. Cüz, küll kadar kıymetlidir. En büyük, en küçük kadar kudretine nisbeten rahattır. Küçük, büyük kadar sanatlıdır; belki sanatça, küçük büyükten daha büyüktür. Bütün mazideki acâib-i kudreti olan vukuat şehadet eder ki o Kadîr-i Mutlak, bütün istikbaldeki acâib-i imkânata muktedirdir. Dünü getiren, yarını getirdiği gibi, maziyi icad eden o Zat-ı Kadîr, istikbali dahi icad eder. Dünyayı yapan o Sâni-i Hakîm, ahireti de yapar. Evet, Ma’bud-u Bilhak yalnız o Kadîr-i Zülcelâl olduğu gibi, Mahmûd-u Bilıtlak yine yalnız Odur. İbadet Ona mahsus olduğu gibi, hamd ü sena dahi Ona hastır.
Hiç mümkün müdür ki semavat ve arzı halk eden bir Sâni-i Hakîm, semavat ve arzın en mühim neticesi ve kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanları başıboş bıraksın, esbab ve tesadüfe havale etsin, hikmet-i bâhiresini abesiyete kalbetsin? Hâşâ!
Mektubat, 20. Mektub, 2. Makam, YAN-2024, s. 280
LÛGATÇE:
arz: dünya, yeryüzü.
bağistan-ı âlem: âlemin bahçeleri, bağları.
dellâl: ilân eden, duyuran.
ecram: gök cisimleri.
ezhar: çiçekler.
halk etmek: yaratmak.
küre-i arz: dünya, yer küre.
Mahmûd-u Bilıtlak: hamde lâyık olan Cenab-ı Allah.
Musavvir: her şeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler veren Allah.
Sâni-i Hakîm: her şeyi sanatla ve hikmetle yaratan Allah.
semavat: gökler.
semerat: meyveler.
vahdaniyet: Allah’ın birliği; Allah’ın bir ve benzersiz olması.