İkinci Kelime: “Vahdehû.” İşte şu kelime sarih bir mertebe-i tevhidi gösterir. Şu mertebeyi dahi a’zamî bir surette ispat eden gayet kuvvetli bir bürhanına şöyle işaret ederiz ki:
Biz gözümüzü açtıkça, kâinat yüzüne nazarımızı saldırdıkça, en evvel gözümüze ilişen, âmm ve mükemmel bir nizamdır ve şamil, hassas bir mizandır. Görüyoruz, her şey dakik bir nizam ile, hassas bir mizan ve ölçü içindedir.
Daha bir parça dikkat-i nazar ettikçe, yeniden yeniye bir tanzim ve tevziniyet gözümüze çarpıyor. Yani birisi intizam ile o nizamı değiştiriyor ve tartı ile o mizanı tazelendiriyor. Her şey bir model olup, pek kesretli muntazam ve mevzun suretler giydiriliyor.
Daha ziyade dikkat ettikçe, o tanzim ve tevzin altında bir hikmet ve adalet görünüyor. Her harekette bir hikmet ve maslahat gözetiliyor; bir hak, bir fâide takip ediliyor.
Daha ziyade dikkat ettikçe, gayet hakîmâne bir faaliyet içinde bir kudretin tezahüratı ve her şeyin her şe’nini ihata eden gayet muhit bir ilmin cilveleri nazar-ı şuurumuza çarpıyor.
Demek, bütün mevcudattaki şu nizam ve mizan, umuma âmm bir tanzim ve tevzini; ve o tanzim ve tevzin, âmm bir hikmet ve adaleti; ve o hikmet ve adalet, bir kudret ve ilmi gözümüze gösteriyor. Demek, bir Kadîr-i Külli Şey ve bir Alîm-i Külli Şey, şu perdeler arkasında akla görünüyor.
Hem her şeyin evveline ve âhirine bakıyoruz, hususan zîhayat nev’inde görüyoruz ki başlangıçları, asılları, kökleri, hem meyveleri ve neticeleri öyle bir tarzdadır ki güya tohumları, asılları birer tarife, birer program şeklinde, bütün o mevcudun cihazatını tazammun ediyor. Ve neticesinde ve meyvesinde, yine bütün o zîhayatın manası süzülüp onda tecemmu eder, tarihçe-i hayatını ona bırakır. Güya onun aslı olan çekirdeği, desâtir-i icadiyesinin bir mecmuasıdır. Ve meyvesi ve semeresi ise, evamir-i icadiyesinin bir fihristesi hükmünde görüyoruz.
Sonra o zîhayatın zâhirine ve bâtınına bakıyoruz, gayet derecede hikmetli bir kudretin tasarrufatı ve nâfiz bir iradenin tasviratı ve tanzîmâtı görünüyor. Yani bir kuvvet ve kudret icad eder; bir emir ve irade suret giydirir.
İşte bütün mevcudat, böyle evveline dikkat ettikçe bir ilmin tarifenamesi; ve âhirine dikkat ettikçe bir Sâniin plânı ve beyannamesi; ve zâhirine baktıkça bir Fâil-i Muhtar’ın ve Mürîd’in gayet sanatlı ve tenasüplü bir hulle-i sanatı; ve bâtınına baktıkça bir Kadîr’in gayet muntazam bir makinesini müşahede ediyoruz.
İşte şu hal ve şu keyfiyet, bizzarure ve bilbedahe ilân eder ki hiçbir şey, hiçbir zaman, hiçbir mekân, bir tek Sâni-i Zülcelâl’in kabza-i tasarrufundan hariç olamaz. Her bir şey ve bütün eşya, bütün şuunatıyla bir Kadîr-i Mürîd’in kabza-i tasarrufunda tedbir edilir ve bir Rahman-ı Rahîm’in tanzimiyle ve lütfuyla güzelleştiriliyor ve bir Hannan-ı Mennan’ın tezyiniyle süslendiriliyor.
Evet, başında şuur ve yüzünde gözü bulunana, şu kâinat ve şu mevcudattaki nizam ve mizan ve tanzim ve tevzin, bir tek, yekta, Vahid, Ehad, Kadîr, Mürîd, Alîm, Hakîm bir Zatı, vahdaniyet mertebesinde gösterir. Evet, her şeyde bir birlik var. Birlik ise biri gösterir. Meselâ, dünyanın lâmbası olan güneş birdir; öyle ise dünyanın maliki dahi birdir. Meselâ, zemin yüzündeki zîhayatların hizmetçileri olan hava, ateş, su birdir; öyle ise onları istihdam eden ve bizlere musahhar eden dahi birdir.
Mektubat, 20. Mektub, YAN-2024, s. 273