Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîm’in mahlûku, memlûkü, abdi ve bütün hey’etiyle Onun masnuu ve Ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki muvakkaten ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve valideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o hizmetlerine mukabil, muaccel bir ücret olarak, lezzetli bir şefkat vermiş.
Şimdi binden dokuz yüz doksan dokuz hisse sahibi olan o Hâlık-ı Rahîm, mukteza-i rahmet ve hikmet olarak, o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hatime verse, sûrî bir hisse ile, hakikî bin hisse sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda me’yusâne hüzün ve feryat etmek, ehl-i imana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalâlete yakışıyor.
DÖRDÜNCÜ NOKTA
Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve me’yusâne teellümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de, biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedî değil, ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir; “El-hükmü lillah,” [Hüküm Allah’ındır. (Mü’min Suresi: 12.)] demeli. “O verdi, O aldı. Elhamdülillahi alâ külli hâl.” deyip sabır ile şükretmeli.
Mektubat, s. 96
LÛGATÇE:
abd: kul.
berzah: kabir.
elhamdülillahi alâ külli hâl: her hal üzere Allah’a hamd olsun.
Hâlık-ı Rahîm: sonsuz merhamet sahibi yaratıcı, Allah.
mahlûk: yaratılmış, yaratık.
masnu: sanatla yaratılmış olan.
memlûk: birinin malı mülkü olan; köle, kul.
me’yusâne: ümitsizce.
muaccel: peşin.
muvakkaten: geçici olarak.
müfarakat: ayrılık.
nezaret: bakım, gözetim.
şekva: şikâyet.