Ah bu şapkadan çektiklerimiz.
Harf inkılâbıyla İslâm harflerinin değiştirilmesi, kitâbelerden tâ mezar taşlarına kadar İslâm harfleri yazılı her şeye savaş açılması, böylece bir neslin Kur’an’dan koparılarak insanımızın kutsal kitabını okuyamaz hâle düşürülmesi yetmemiş; Lâtin harfleri ile de yazılsa mânâlarıyla bizi mâzîmize bağlayan kelimelerin yazımlarıyla oynanarak mâzî ile irtibatını tamamen kopartmak için káideler uydurulmuş.
İşte size şeytanın aklına gelmeyecek bir imlâ káidesi: Kelimelerin sonunda “b,c,d,g” sesleri bulunmayacakmış. Kelimenin sonundaki bu sessizler, “p,ç,t,k,” şeklinde yazılacakmış.
Niye ki? Kelimeleri aslı gibi yazmak varken niçin yorgunu yokuşa sürüyorsunuz?
Sebebi şu: Pek çok kelimemiz bizi geçmişe bağlıyor; mânâlarıyla, tedâileriyle İslâm kokuyor. Bir yandan bu kelimeleri dilden tamamen atıp yerlerine “öz Türkçe” makyajıyla yeni kelime uydurma faaliyetleri bütün hızıyla sürdürülmüş, öte yandan mevcut olanlar dilden sökülüp atılana kadar onların, kökleriyle, çağrışımlarıyla irtibatları kopartılmaya gayret edilmiş.
Meşhur anekdottur: Mezkür imlâ káidesiyle isimleri kuşa dönmüş
iki edîbimiz (Cenab Şahâbeddîn, Abdülhak Hâmid) zamanın basın merkezi Cağaloğlu’unda karşılaşırlar.
Abdülhak Hâmid, “Cenap, Cenap” diye son harfini sert sessiz “p” ile telaffuz ederek takılır şâire; “İsme bak, hizaya gel!” kabîlinden.
Cenab Şahâbeddîn lâfı gediğine yerleştirir: “Üstâdım, ben tek harf ile Cenap olup kurtardım. Seni Hamit diyerek ham yapıp peşine bir de it taktılar!”
Hâmid, “hamdeden, şükreden” demek. Hamd ve şükür kime gider? Allah’a. Peki Hâmid’in şapkasını atıp peşine it takılınca?
Nurlarda “Elhamdü lillâh” lâfzının “Ezelden ebede kadar her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür, Ona mahsustur.” şeklinde tercümesi bu sırdandır.
Esas mevzûmuz şapkaydı, it takıldı, saded hârici yolumuz Cağaloğlu’na çıktı; dönelim.
TDK yazım (imlâ) kılavuzunda ismi önceleri “düzeltme, inceltme, uzatma işareti” diye geçerken “inceltme ve uzatma” vazifelerinin çoğundan azat(âzâd) edildiğinden olsa gerek, şimdi sadece “düzeltme işareti” olmuş bu işarete halkımız, (başlarına cebren şapka giydirildiğinden mi acaba?) bir şapka giydirmiş ki çıkmamacasına.
İnce, uzun okunan pek çok kelimenin yazımında eskiden bolca kullanılan şapka işareti, gazetemiz yazarlarınca bile neredeyse terkedilmiş durumda. TDK’nın kullanılmasını lütfettiği(!) kelimelerde dahi çoğu yazarlarımız şapkaya antipatilerini(!) sergilemekte. Risâle baskılarında da aynı durum söz konusu. 50 yıllık Nurcular, “haşiye” diye şapkasız yazıldığını gördükleri için kelimenin ilk hecesini kısa okumaktalar.
Şapka kullanmakta cimrilik eden kimi yazarlarımız ise bazen en olmadık yerde şapka kullanarak kelimenin okunuşunda diksiyon hatasına sebep oluyorlar.
“k,g” ünsüzlerinden sonraki seslilerin üzerinde şapka kullanılırsa, bu iki ünsüz ince okunur: kâtip, kâğıt, gâvur, nigâr gibi. Fakat k,g’nin bulunduğu hecenin ünsüzü kalın ama seslisi uzun okunacaksa şapka kullanılmaz.
Kıdemli Nurcuların bile Üstadın bir eserini (Zülfikár) hatalı telaffuzları dikkatimi çekmiştir. Son hecenin ilk ünsüzü “kef” değil “kaf”tır. Yazarken ya hiç şapka konmayacak ki “kef” gibi ince okunmasın veya son hecedeki “a”, kalın fakat uzun okunacak ma’nâsında “á/ā” şekillerinden biriyle (Zülfikár/Zülfikār) yazılacak ki yanlış telaffuza meydan kalmasın.
“Şapka” deyip geçmeyeceğiz; devam edecek inşâallah!