“Düzce il Meşveretimiz, ‘Risâle basımında, diksiyon hatâlarını asgarîye indirecek bir imlâ için çalışma yapılması’nı Bölge toplantısına götürmüştü. Gülen grubunun, sâdeleştirme (!) paravanında Risâleleri sahteleştirme icrâatına denk geldiğinden, buna duyulan öfkenin gazabına uğramıştı teklifimiz.”
Bu ifâdelerin geçtiği Şapka Deyip Geçmeyin 7 makalemize F. Gülen muhibbânından bir okuyucumuz “Bu yazı bütün Yeni Asya âilesinin görüşünü yansıtmıyordur inşallah. Sâdeleştirme konusunda farklı düşünüyorum.” diye yorum yazınca Sertaç Lüser kardeşimiz de şu yorumuyla mukábele etmişti:
“Kenan Bey, yorumlarda ‘Sâdeleştirme konusunda Yeni Asya âilesinin görüşünü yansıtmıyordur inşallah.’ demiş. Size nâçizâne aktarayım. Evet gerçekten sâdeleştirme değil, sahteleştirme. Ve bu süreç ve sonrasında biz bunun mücâdelesini hep verdik. Sizin mâsumâne gördüğünüz bu sahteleştirme süreci aslında ne büyük tahribatlar yaptığını dergilerimiz ve kitaplarımız dâhil tüm yayınlarımızda görebilirsiniz. Yardımcı olması bâbından karikatür linki burada. https://www.yeniasya.com. tr/karikatur/gunun-karikaturu_230983”
Bu defa Gülen muhibbi kardeşimiz mail adresime yazdı:
“Malum gurubun MAZLÛMİYETİNDEN İSTİFÂDEYLE sâdeleştirme üzerinden SALDIRMANIZI kınıyor, 7 yıldır tek bir gün okumayı ihmal etmediğim ve şu âna kadar Risâle i Nûr’un hakikî talebesi saydığım Yeni Asya’ya kalben darılıyorum... Sebebi sizsiniz.”
Ne garip tecellîdir, Şu Yeni Asya kimseye yaranamadı yâhu! Kimsenin gönlünü hoş etme gayreti yok şükür ki. Hakkın hatırı kırılmasın, derdinde Yeni Asya. Lâkin bir kısım dostlar “Adalet-i hakikiye diye ölçüyü kaçırıyorsunuz, ...öcülük yapıyorsunuz.” diye çekiştirir; bâzı zevât da “Biz mağdur durumdayız, neden geçmiş günahlarımızı, kusurlarımızı söz konusu ediyorsunuz, küstüm.” modunda sitem eder. Hani fıkrada “Efendi, çocuklar nasıl?” diye soran hanımına adamın, “Vallaha hâtun, yağmur yağsa çömlekçi oğlumuzun, yağmasa çiftçi olanın anası ağlayacak; hiç kurtuluş yok.” demesi gibi. Yeni Asya’yı vefâsız evlâtları da mîzansız dostları da ağlatıp durmakta. Düşmana ne hâcet!
Güzel kardeşim, mâlum grubun mazlum muhibbânına lâf demedik, demeyiz de. Yeni Asya, bütün mazlumların müdâfaasını bıkıp usanmadan yaptı, yapıyor ve yapacak inşâallah. Risâle-i Nur’u 5. Halîfe yapan sır, “neşr-i hakáik-ı îmâniye ve adâlet-i hakikiye” değil mi? Nurun nâşir-i efkârı olan Yeni Asya, bu iki vazîfeyi de -çizgisinde hiçbir inhiraf olmadan- yapagelmekte.
Siz niye alınıyorsunuz? Risâle-i Nurların -sâdeleştirme paravanıyla- tenzîli için dilini bozan, bunu kasıtlı olarak yapan, bütün bandrolleri de satın alıp Yeni Asya’yı, aslına uygun Risâleleri “bandrol yok” dedikleri için basamaz/satamaz duruma düşürüp sahteleştirilmiş Risâlelerle piyasayı dolduranlardan bahsediyorum. Öyle ki Yeni Asya bandrol alamadığı için Risâle basamaz hâle gelince utanmadan o sahteleştirilmiş Risâlelerle Yeni Asya bürolarına gelip “Ne kadar istiyorsanız verebiliriz. Peşînat falan da istemez. Sattıkça verirsiniz.” diyerek “tüy diken”lerden bahsediyorum.
O zamanlar, şimdiki cellatlarıyla aynı kaba şey ettikleri için bir dedikleri iki edilmeyen, hani “ne istemişlerse alanlardan”, yani mazlum olan değil, zâlime çanak tutup zulmünü destekleyenlerden bahsediyorum.
Tepkimizi, Gülen mazlumken değil, hâkimken gösterdik ve bu konuda ilk paneli “Risâle-i Nurlar Sâdeleştirilemez” diye Yeni Asya olarak Düzce’de gerçekleştirdik.
Hakk’ın hatırı âlîdir, der Üstad.
Eserlerine müdâhaleye rızâsı yoktur: “Başkasının tashîhine de kat’iyen râzı olamıyorum. Zira, külâhıma püskül takmak gibi, başkasının sözü sözlerimle hiç münâsebet ve ülfet peydâ etmiyor.”
“O fes öyle giyilmez” deyip kişinin başındaki fese, rızâsı hilâfına püskül takmaya kalkışmak, en hafif tâbiriyle densizliktir. Bir de bunu, hükümeti avucunun içine almış olmanın şımarıklık ve avantajıyla Kültür Bakanlığındaki bütün bandrolleri satın alarak Nurların orijinal hâliyle basımını engelleyecek kasdî bir planla yapmak...
Üstad kerâmet göstermiş: “…Çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da; nefsi, o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risâlelere karşı muâraza ister. Kalbi risâleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu hâlde; nefsi ise, enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi, Sözler’in kıymetlerinin tenzîlini arzu eder tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın.”
Bu hakikat, Gülen’de tezâhür etmiştir maalesef.
Nurlara kim ilişmiş ise tokadını yemiş. Bu, hep böyle olmuştur. Gülen de, öyle bir tokat yedi ki şaşkınlığından tokadın sebebini bile derk edemeyecek hâle düştü. “Gayr-i meşrû muhabbetin cezâsını çekiyoruz.” yorumunu yaptı.
Nurlara ilişmenin cezasına mâruz olduğunu idrakten hâlâ uzak. Adâlet-i İlâhiye, onun eserlerini, muhibbânına kendi elleriyle çöpe attırdı, yaktırdı. “El cezâü min cinsil amel/Cezâ amel cinsindendir” hakikati, ibretli bir şekilde tezâhür etti.
Devâmı yarın inşâallah.