Nurs köyü, Bitlis ili Hizan ilçesinin en uzak köylerinden biridir. Nurs’tan Hizan’a yol, dere boyu takip edilerek gidilir. Nurs köyünün etrafı sarp dağlarla çevrili, saklı bir cennet gibi kendini hep gizlemiştir. Köye ruh veren ve yerleşimini sağlayan içinden geçen deresidir.
Köyü ilk kuranlar, anne şefkatiyle kollarını iki yana açan derenin iki yakasına evlerini yapmışlar. Evler yeşillikler arasında doğal manzarası ile, büyük bir ressamın elinden çıkmış bir tablo gibi göze hoş görünüyor. Köye ilk defa gelen bir misafir saklı manzarayı gördüğünde hayretini gizleyemez. Yirmi hanelik köyün öncelikli yerleşim alanı çoğunlukla derenin sol taraftaki dağın eteğine kurulmuş olmasıdır. Köy mezarlığı, düz arazi olmadığından dağ eteğindeki engebeli alana kurulmuş. Köydeki ağaçların sıklığı ve her yerin yeşillik olması küçük bir Karadeniz köyünü andırır. Hizan’dan Nursa giden yol boyunca dağ eteklerinde görünen fındık ağaçları, insana Karadeniz köylerinden birindeymiş hissini verir.
Nurs’a komşu köyler, Nurslular için, ‘Ağaçlar kadar sessiz ve meyveler kadar verimli bir ahlaka sahip’ diye söylerler. Nurs köyü Hizan ilçesine yaklaşık 40 km kadar uzaklıkta ilçenin son köylerinden biridir.
Nurs’un ilçeye uzak oluşu, köylüleri kendi sorunlarını imkânlarıyla çözme yoluna itmiştir. Köyün kuruluşundan beri yaşanan en büyük sorun, bahar aylarında sık sık taşan dere ve yaşanan can ve mal kayıplarıdır.
Sofi Mirza, 9 yaşına yeni giren küçük Said’le yetişkin biriyle konuşuyor gibi, “Evladım Said, Kur’an dersi alma zamanın gelmemiş midir?” diye sorar.
Küçük Said babasının bu soruyu sormak için çok geç kaldığını biliyordu. Babasına bunu söylemek istedi fakat saygısından susmayı tercih etti. Sofi Mirza sorduğu sorunun cevabını küçük Said’den merakla bekledi. Küçük Said sevincini başını öne doğru ‘Evet’ manasında sallayarak cevapladı.
Küçük Said’in ağabeyi Abdullah, yıl içinde ilim tahsili için Nurs dışındaki bir medreseye gitmişti. Tatil günlerinde köye döndüğünde ondaki değişiklik, küçük Said’i etkilemişti. Böylece küçük Said ilim tahsil etmeyi kafasına koymuştu.
Abdullah’ın köye geldiği zamanlarda, köy çocuklarına ders vermesi, küçük Said’in ilim öğrenme merakını artırmıştı. Kur’an dersi alma zamanı gelen ve medreseye gitmeye hazır bekleyen küçük Said, ders alacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu. Birkaç gün sonra Sofi Mirza, bir sabah erkenden kalktı ve küçük Said’e:
“Acele hazırlan! Seni Kur’an dersi için Tağ Medresesine götüreceğim” dedi. Tağ Medresesi Nurs köyünün güneydoğusunda dağın yamacına kurulmuştu. Hâlbuki küçük Said babasının onu bu kadar küçük yaşta medreseye götürmesini beklemiyordu. Hemen yatağından kalktı, aceleyle giyinerek hazırlandı. Annesi de küçük Said’in giyeceklerini bir torbaya koydu. Küçük Said giysilerin olduğu torbayı omzuna aldı ve babasıyla sevinçle yola koyuldu. Yaklaşık üç saatlik bir yol yürüdükten sonra Abdurrahman-ı Taği’nın Medresesi (Tağ Medresesi) uzaktan göründü. O zamanlar her medrese Seyda’sının adıyla anılırdı. Küçük Said’le babası Sofi Mirza, dağın eteğinde görünen medreseye tırmanır gibi yürüdüler.