Gerçi dilimizdeki deyim, “ser verip sır vermemek“ şeklindedir.
Ama bu deyimi, merhum Süleyman Demirel’e uyarlayınca, “eser verip sır vermemek“ ifadesi daha makul oluyor. Çünkü o, devlet sırlarını her zaman saklı tutarak halka ve hakka hizmetle beraber, bu uğurda serini (başını) kaptırmaya da niyetli görünmüyordu. Zira selefi olan şehit Menderes’in akibetini ve onu darağacına götüren sebepleri çok iyi biliyordu. Aynı zamanda hak bildiği yolda, ustaca siyaset yaparak ilerlemek zorundaydı. Yani o ser de vermedi, sır da vermedi!..
Dinin siyasete alet edilmeyip, siyasetlerin dine hizmetkâr olması gerektiğini bilenlerdendi. Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a olan ilgisi sayesinde doğru İslâmiyet bilincine de sahipti. Aynı zamanda Komünizm, Faşizm, Kemalizm ve bilûmum “izm“lerin mahiyetlerinden de gafil değildi.
Bir taraftan da, halka hizmet götürmeye, kalıcı eserler bırakmaya azimliydi. Onun iktidara talip olması, sadece bu gayeye yönelik olmuştur. “Büyük Türkiye“, “Yasaksız Türkiye“, “Müslüman Türkiye” onun en büyük hayaliydi. Ülkenin geleceğini mamur edecek eserlere öncelik verirdi.
Türkiye’nin dengelerini ustaca gözetmeliydi. Demoklesin kılıcı gölgesinde ve bıçak sırtında yol aldığının farkındaydı. Hem halk çocuğu, hem devlet büyüğü olarak siyaset rolünü iyi oynamalıydı. Halkın halini, milletin ruhunu bildiği kadar, devletin iç yapısını da biliyordu. Doğru yolda yanlış bir adımın serine (başına) mal olacağını, böyle bir durumda eserlerinin de kendisini kurtaramıyacağını düşünmekten onu alıkoyacak ne olabilirdi? Altı defa gidip yedi defa gelmesi de bunun açık tezahürü değil miydi?
Korku salan, darbelerle anbean kendisini gösteren rejim, onun da amansız düşmanıydı. Rejmin bekçileri, “Ah bir fiil, bir söz, bir iz bulsak da, ‘irtica‘ yaygarası koparıp Demirel’in işini bitirsek” ümidiyle yanıp tutuşuyorlardı. Ama usta siyasetçi bunu yutarmıydı hiç?
O hepimizden biriydi, ama aynı zamanda hepimizdi. Korkutulan, sindirilen, ikinci sınıf muamelesi gören kahir ekseriyetin ruh halini kendi içinde, yüreğinin tâ derinliklerinde hissediyordu. Ama bu halini içine gömüp, halka ve milletine belli ettirmiyordu. Her şeyden emin bir eda ile milletine “poz“ veriyor, bazen de mizah ve esprilerle güldürüyordu.
Bugün merhum Demirel’i, arkasından duâlarla anarken, kendisinin de ilmine hayran olduğu Üstad Said Nursî’nin bir sözüyle tarih sayfalarına havale ediyoruz: “Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.”
BOSTAN KULÜBESİ VE SARAY
Yeni Asya ekolü içinde, hele yazarı olup da, merhum Demirel ile bir şekilde hatırası olmayan, tahmin ederim ki, yok gibidir. 1976’da Mehmet Kutlular Ağabey ve eğitimci merhum Kadir Eren ile birlikte kendisini ziyaret eden eğitim grubu içinde bulunduk. Ayrıca 1979’da Ali Uçar ve bazı tanınmış simalarla birlikte kendisini ziyaret ettik. En unutamadığım da, 1985’de henüz yasaklı iken, Güniz Sokak’taki evinde, sıcak bir atmosferde gerçekleşen ziyaretimizdi. Zengin bir kütüphaneyi ve kıraathaneyi andıran büyük oda ziyaretçilerle lebaleb doluydu. Oturduğu koltuk, dört tarafı kitaplarla çevrili masanın ortasında kalmış gibiydi. Arada bir espriler de yaparak, tarih ve ümit dersi veriyordu.
O sıralarda şiirin dışında nadiren makale denemesi de yapan biri olarak, ziyaret sonrası yazdığımız makale Yeni Asya’da (o zaman Yeni Nesil) yayınlandı. İlhamını, Demirel’in, “Bostan kulübesi gibi görünen yer, bir gün saray olacaktır” sözünden alan bir yazıydı o. Postayla kendisine ulaştırdığımız makale için teşekkür yazmayı ihmal etmemişti.
Rabb-ül Âlemin, ona bu dünyada çobanlıktan Cumhurbaşkanlığına uzanan maceralı ve mücadeleli bir ömür verdi. Asıl yolculuğu da vefatından sonra başladı. Hakikî ve ebedî saraylara uzanan, iman ve salih amel ile ferahlı ve kolay olan bir yolculuk. O, bu dünyada Nur’a ve Üstâd’a dost olarak yaşadı. Dileriz ki, Üstad da orada ona dost ve muin olsun.
Ömür sürdü dünyada, neredeyse bir asır..
Göçüp giderken bile heybesi doluydu sır!..
ONUN UNUTULMAZ SÖZLERİNDEN
-Tespih çeken elle tetik çeken el bir olmaz.
-Bulut buluttur, bulutun akı da buluttur garası da, binaaneleyh, üzerine gonuşmaya değmez.
(Yıldırım Akbulut için ne düşünüyorsunuz? diye soran gazeteciye demişti.)
-Galibiyetin sahibi çoktur, mağlûbiyetin sahibi yoktur. Yenilgi yetimdir.
-Türkeş Türk çocuğu, Ecevit halk çocuğu, Erbakan Müslüman çocuğu, ya biz ne çocuğuyuz?
-Bana Türkiye’nin durumunu bir kelimeyle anlatın derseniz “iyidir” derim. İki kelimeyle anlatın derseniz “iyi değildir” derim.
-Bize plan değil, pilav lâzım. (CHP’nin planlı kalkınma önerisine verdiği cevabı.)
-Mizah bir yumruktur, ne zaman kime vuracağı belli olmaz.
-Dünkü güneşle bugünkü çamaşır kurutulmaz.
-Said Nursî’ye âlim demeyenin alnını karışlarım.
-Aslana hüviyet sorulmaz demişler. Kimlik taşımam.
-Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh, Ege bir göl de değildir.
-Yağmur yağarken “ben ıslanmam” diyemezsiniz.
-Elektriğin komünisti olur mu? Yazın biz Bulgaristan’dan elektrik alıyoruz. Kışın Bulgaristan bize elektrik veriyor.