Bir taraftan kan ve gözyaşı akıp giderken, diğer taraftan yumruklaşmaya kadar varan siyasî boğuşmalar sarıp sarmaladı, memleket âfâkını...
Bu böyle gitmez, gitmemeli.
Bir ufuk açılmalı, bir sebep olmalı, bir aydınlık zuhûr etmeli üstümüze... Merhûm Âkif’in deyimiyle “Bunaldı milletin âfâkı, bir sabah ister.”
* * *
Evet, kararan ufkumuz artık bir sabah istiyor; lâkin, hazır tablodan bu yönde bir iz çıkarmak, bir işaret bulmak, ne yazık ki şimdilik mümkün görünmüyor.
İşte, bizi yakından ilgilendiren iç ve dış olaylara dair tablolar ortada. Adeta gün geçmiyor ki, sınırlarımızın ötesinde-berisinde ateşli silâhlar patlamasın, bombalar infilâk etmesin, can ve mal kaybı meydana gelmesin. Ki, bu kayıpların yekûnu zaman zaman onlu rakamlarla ifade ediliyor.
Peki, orta yerde derde devâ, sadra şifâ olacak türden bir tedbir, bir çare arayışı var mı?
Ne yazık ki, siyaset noktasında şimdilik o da yok.
Adeta, alevlenmiş olan ateşlere daha da benzin dökülüyor, daha bir körükleme yapılıyor.
Allah’ın hemen her günü asker-polis vuruluyor, sivil insanlar, köylü vatandaşlar katlediliyor, terör girdabına yakalanmış zavallı gençler öldürülüyor.
Birbirinin kanını döken, canına kast eden bu insanların tamamı, neticede bizim insanımız, insan sermayemiz.
Görünen bir manzara da şudur: Türkiye’ye bakan yönüyle, Suriye politikasında iç açıcı kayda değer bir gelişme sağlanamadığı gibi, genel durum, aleyhimize daha da çetrefilli bir hale geliyor. Mevcut siyasî iradenin, bu sıkıntıyı aşması, günden gün şiddetlenen sancıyı dindirmesi, ne yazık ki muhal görünüyor.
Bu sancı, muhtemelen yeni bir siyasî doğuşun şartlarını teşekkül veya tekâmül ettirecek.
* * *
Dahilde ise, hem terörle mücadele, hem de siyasî çekişmenin, yine günden güne arttığını ve şiddet peydâ ettiğini görmekteyiz.
Siyasî irade, ne yazık ki bu sancıyı dindirmede de âciz ve yetersiz kalıyor. Aylardır sürdürülen müdahaleler, henüz yarayı tedâvi edici bir mahiyet kazanmış değil.
Hatta, diyebiliriz ki, ölüm vak’aları arttıkça, mevcut yara daha da derinleşiyor. Zira, evlâdı vefat eden bir anne-babanın yüreği, büsbütün yangın yerine dönüyor; onu başka hiçbir şey teselli etmiyor, edemiyor.
Siyaset âleminde yaşanan ve bir türlü dinmek bilmeyen sancılanmalar ise, mevcut yaranın üzerine tuz-biber ekiyor.
Duâ ve temenni edelim ki, iyiden iyiye kararan ufuklara bir güneş doğsun; yeter, artık bir sabah olsun...
GÜNÜN TARİHİ: 18 Mayıs 1953
Balkan Paktı Antlaşması
Türkiye'nin Balkan Paktı’na üye oluşunun iki ayrı safhası var. Bu iki safha arasındaki süre ile yaklaşık yirmi yıl.
Özetle: Birinci Balkan Antlaşması 3 Şubat 1934’te yapılırken, ikinci antlaşmanın diplomasideki nihaî tarihi ise Ağustos 1954.
Günün tarihi noktasına gelince... İkinci Balkan Antlaşmasının Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul görmesi, 18 Mayıs 1953’te gerçekleşmiş oldu.
Türkçe karşılığı “Dostluk ve İşbirliği Antlaşması” olan Balkan Paktına üye ülkeler şunlar: Türkiye, Yunanistan, Romanya (II.’de yok) ve Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti.
Şimdi de, bu konudaki gelişmelerin tarihî seyrine kısacık bir nazar gezdirelim.
* * *
Atina'da gerçekleştirilen ilk Balkan Paktı (Birliği) Şubat 1934’te kuruldu. Birliğin asıl maksadı, kısaca sınır güvenliğini korumak ve saldırmazlık prensibine bağlı kalmak.
(Bu arada, Avrupa devletleri tarafından Türkiye’nin bu pakta dahil olması için türlü baskıların yapıldığını da hatırlatmış olalım. Ayrıca, bu dönemdeki gelişmelerin Ayasofya’nın mukadderatını da etkilemiş olması kuvvetle muhtemel.)
Bu birliğin devam etmesi, kâğıt üzerinde de olsa uzun yıllar sürdü. Fakat, yaptırım gücü olmadığı için, dişe dokunur bir varlık gösteremedi. Misâl, II. Dünya Savaşı esnasında bu paktın esamisi bile okunamadı. Zira, üye ülkeler arasında herhangi bir savunma işbirliği yoktu.
Bu sebeple, II. Büyük Savaş sonrasında kendiliğinden dağılma noktasına gelen Birliğin yeniden toparlanması gündeme geldi.
Artık demokrasiye geçmiş olan Türkiye, tekrar kurulmakta olan Balkan Paktına, 1953 yılı başlarında dahil oldu. 14 Şubat'ta Ankara'da imzalanan antlaşmaya göre, Pakta Türkiye'nin üyeliği kabul edildi.
Ne var ki, bu anlaşmanın bir de TBMM'de onaylanması gerekiyordu. 18 Mayıs 1953'teki Meclis oturumunda, yapılan müzakere ve oylama neticesi, Türkiye'nin Balkan Paktı’na üyeliği kesinlik kazanmış oldu.
* * *
II. Balkan Paktı’nın hedef ve maksadı, uluslar arası anlaşmazlıkları mümkün olduğunca güç kullanmadan çözmek, saldırı durumunda ise, askerî destek vermek ve imzacı ülkelerin savunma kapasitelerini geliştirmek gibi toplam 14 ana maddeden müteşekkil.
Diplomasideki nihaî anlaşma, 9 Ağustos 1954’te Yugoslavya’nın Bled şehrinde imzalandı.
Başlangıçta yirmi yıl süreli olması kararlaştırılan bu ittifak, hiç de düşünüldüğü gibi gitmedi. Yugoslavya’nın Sovyet Rusyası ile olan yakınlaşması, Balkan Paktı’nın kuruluş maksadına aykırı bir politika izlemesine yol açtı. Bir başka sıkıntı da, 1954 sonlarında Kıbrıs meselesi sebebiyle bozulan Türk-Yunan ilişkileri noktasında yaşandı.
Yunanistan, ayrıca “1955’teki 6-7 Eylül olaylarının zararları ödeninceye kadar” Türkiye ile Balkan Antlaşması çerçevesinde işbirliği yapmayacağını açıkladı.
Balkan Paktı (Entente Balkanigue), 1960 senesinde önce Yugoslavya’nın, hemen ardından Yunanistan’ın feshiyle resmen dağılmış oldu.
@salihoglulatif:
Şu zamanda en mühim bir hizmet SADÂKATİ MUHAFAZA etmektir: Evine - eşine, dinine - kitabına, vatanına -milletine... SADÂKAT