Zafer sarhoşluğu, adamı kör eder. Bırakın yarını düşünüp görmeyi, bir adım ötesini görmeyi dahi engeller.
Fakat, onun ileriyi görmemesi, önüne çıkacak çukurların, tümseklerin, virajların, iniş-yokuşların varlığını ortadan kaldırmaz.
Aklı başında ve dikkatlice gidilmezse, mukadder akıbet kaçınılmaz olur: Mağrur mağrur giderken kişi, öyle bir duvara toslar, karşısına umulmadık öyle bir engel çıkar ki, neye uğradığını şaşırıverir. O şaşkınlık ile yere düşer; beraberindekiler de aynı şekilde düşer, dağılıverir.
Bunları düşünmemek, yarına dair muhtemel gelişmeleri hesaba katmamak, gözünü kapamak ve devekuşu misâli başını kuma gömmektir.
* * *
Zafer sarhoşluğu, en çok da askeriyede, şöhrette, ticarette ve siyaset âleminde tezâhür eder.
Bu mesleklerin liderleri ve kurmay kesimi, bütün şerefleri şahsa ve başa mal etme eğiliminden olduklarından, etraflarına da onları pohpohlayan yağcı, müdahaneci, meddah, dalkavuk adamlar toplanır.
Meddahlar, bir taraftan lidere yakın olmak ve baştakilerin gözüne girmek için yağcılıkta birbiriyle yarışırken, bir taraftan da etrafa caka satarlar: “Biz güçlüyüz, biz galibiz, bizi kimse yıkamaz” afra-tafrasıyla kasım kasım kasılırlar.
Düşünmezler ki, bugünün bir de yarını var. Yarın durumun çok daha farklı olabileceğini akıllarına getirmezler.
Oysa, yarının bugünden büsbütün farklı olma ihtimali herkes için geçerli.
Nice zenginlerin dilenci durumuna düştüğü, nice şöhretlerin yerlerde sürünür hale geldiği, nice kumandanların düşmana esir düştüğü, nice muktedir sultanların en yüksek mevkiden düşerek alaşağı olduğu garip bir dünyada yaşıyoruz.
Şüphesiz, bu halin tersi de söz konusu. Tarih, fakir iken zengin olan; esir, köle, ırgat, çoban iken sultan olan çok sayıda insanlara da şahitlik etmiş.
Fakat, asıl önemli olan, yüksekte bulunanların yarını düşünmesidir.
Eğer düşünmez ve her türlü ihtimali hesaba katarak tedbirli gitmezlerse, bulundukları mevkiden düştüklerinde çok büyük azap çekerler. Hayat onlara işkenceli bir azaba döner.
Bilhassa siyasiler ve yönetimdeki muktedirler, pek yakın geleceği dahi düşünmeye ve en hakir gördüğü kimselerle bile yer değiştirebileceğini hesaba katmak durumundadırlar.
Zira, siyasette bazan bir gün bile uzun sayılırken, bazan da bir yıl çok kısa bir süre olarak yaşanabiliyor.
Türkiye’de ve yakın çevresinde bunun da birçok örneği var.
* * *
Hem hayatî tecrübelerimiz, hem tarihî bilgilerimiz bize şunları da açıkça gösteriyor ki:
Vaktiyle en aziz durumda görünenler, bir müddet sonra en zelil ve en acınacak bir duruma düşebiliyor.
Muktadir iken, vaktiyle başkasına revâ gördüğü bed-muameleye, bir müddet sonra bizzat o muktedir olanlar maruz kalabiliyor.
Vaktiyle başkası için kurmuş olduğu tuzağa, gün gelir kişinin kendisi düşebiliyor. Vesâire...
Hülâsa: Bugünün yarınını düşünmek herkes için lâzım iken, bilhassa siyasî iktidarlar için elzemdir. Mahkeme kadıya mülk olmadığı gibi, iktidar koltuğu da siyasilere tapulu değildir. Günün birinde o koltuğu bırakmaya mecbur, hatta mahkûmdurlar.
* * *
RUZNÂME 26 Ocak 1948
Meclis Başkanlığı: Karabekir’den Cebesoy’a
Meclis Başkanlığı görevini sürdüren İstiklâl Harbinin cesur kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, 26 Ocak 1948’de Ankara'da vefat etti.
Karabekir'den boşalan Meclis Başkanlığına ise, selefiyle benzer vasıflara sahip Ali Fuat Cebesoy getirildi.
Mâlum, ikisinin de aynı dönemlerde hem askerlik, hem de siyaset arkadaşlığı var. Ayrıca, ikisi de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının üst düzey yöneticileri olup, birlikte "İzmir Sûikastı" dâvâsında mahkemelik oldular.
1923'ten sonra M. Kemal ve İsmet Paşa ile araları açılan ve yıldızları hiç barışmayan bu iki değerli komutan, İstiklâl Mahkemesinde idam edilmekten kıl payı kurtulmuşlardı.
Karabekir, 1926'da yaşanan bu tehlikeli badireden sonra siyasetten çekildi ve M. Kemal'in ölüm tarihine kadar da siyasetten hep uzak durdu. Zamanını daha çok hatıralarını kaleme almak ve aile nafakasını temin etmekle geçirdi. Maddeten ve mânen çok sıkıntılı bir dönem yaşadı.
1939'da tekrar siyasete dönen ve bir süre sonra Meclis Başkanlığına seçilen Karabekir Paşa, vefatına kadar da bu vazifede kaldı.
Karabekir Paşayla müşterek bir mukadderatın sahibi olan Ali Fuat Cebesoy, en yakın arkadaşının vefatından bir gün sonra Meclis Başkanlığına seçildi.
O da 1926'dan sonra bir müddet siyasetten uzak kaldı. 1933'te ise, tekrar siyasete dönmeye karar verdi ve Konya'dan bağımsız milletvekili olarak yeniden Meclis'e girdi.
1933–1946 yılları arasında iki kez Bayındırlık Bakanlığı, bir defa da Ulaştırma Bakanlığı yaptı.
1948'de Kâzım Karabekir'in vefatıyla boşalan Meclis Başkanlığı görevini ise, yaklaşık 9 ay yapabildi. Mesafeli de olsa siyaseten DP'ye meyletmesi, CHP'lileri hiddete getirdi. O da korktu ve bu teşebbüsten vazgeçti.
***
@salihoglulatif: Mahkeme kadıya mülk olmadığı gibi, iktidar koltuğu da siyasilere tapulu değildir. Günün birinde o koltuğu bırakmaya mecbur, hatta mahkûmdurlar.