"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yangını söndürme çabası

M. Latif SALİHOĞLU
19 Nisan 2016, Salı
Alevleri göklere yükselen yangınlara seyirci kalmak, hamiyet sahibi kimselere yakışmaz.

Özellikle de kalbî, fikrî, ruhî, ahlâkî ve benzeri mahiyetteki “mânevî yangınlar” karşısında...

* * *

Mânevî yangınların etrafı sardığı, alevlerinin göklere çıktığı, içinde evladımızın yandığı, iman ve ahlâkımızın tutuşup yandığı gerçeğini bilmeyen ve teslim etmeyen hemen yok gibidir.

İnsanlarımız ekreriyetle bu gerçeği kabul ettiği halde, ne var ki, tedbir ve teşebbüs noktasında hemfikir olmadıkları gibi, müşterek ve uyumlu bir hareketin içine de giremiyorlar. Ki, maalesef bu da bir başka yangın olarak karşımıza çıkıyor.

Bu ikinci fecâatin sebebi ise, herkesin veya her kesimin kendini mâzur görerek nizâ çıkarması ve birbiriyle ihtilâfa düşmüş olmasıdır.

“Eski Said Dönemi Eserleri”nde ne diyor, Âhirzamanın Bediüzzaman’ı: “Bu ihtilâf-ı dahilî, bizi mahvediyor. Kuvvetimizi hiçe indiriyor. Ve, bizi terbiyeye mustahak ediyor.”

* * *

Bugün hemen hiçbir ebeveyn, kendi evlâdının veya torununun geleceğinden emin değildir. 

En mütedeyyin aileler dahi, çocuklarının istikbâlini dinî ve ahlâkî yönden bir garanti, bir güvence içinde görmüyor.

Durum bu derece vahim ve endişe verici bir mahiyette olmasına rağmen, şimdiye kadar alınan tedbirlerin tamamı yine de yetersiz kalıyor.

Bir taraftan da “Bütün mefahirini, hatta bütün mukaddesatını mahvedecek bir nesil” özellikle yetiştirilmeye çalışılıyor.

İşte, ülkeye ve bütün yeryüzüne yayılma istidadı gösteren “mânevî buhran” budur.

Ehl-i İslâm, bu dehşetli buhrana karşı ne yapıyor ve ne yapmalı? Bu müthiş yangını söndürmek için ne yapıyor ve ne yapmalı?

Şüphesiz ki, herkes ve özellikle her ebeveyn, bunları düşünmeli ve üzerine düşeni yapmaya vargücüyle çalışmalı. Tutuşan imanını ve evlâdını kurtarmaya koşmalı. Üstelik, hiçbir takoza ve tökezlemeye takılmadan, aldırış etmeden...

* * *

Fakat, ne acıdır ki, bazı mütedeyyin insanlarda, sanki ortada bu dehşetli yangınlar yokmuş, sanki korkunç alevler etrafı hiç sarmamış gibi bir halet var. 

Bu fecî haletin sebeplerine baktığımızda ise, öncelikli olarak “dahilî ihtilâf”ın geldiğini teessürle ve dahi teessüfle görüyoruz.

İnsanlarımız, bu dahilî ihtilâf ve çekişmenin mengenesine sıkışmış gibi, başka hayatî meselelerin ya farkına varamıyor veya bunları hakkıyla idrak edemiyor.

Oysa, bu insanlar, öz kardeşiyle amansız bir çekişmenin içine girip onun boğuşa dururken, öte taraftan öz evlâdını kaybettiğinden haberi dahi olmuyor. Bilhassa on beş yaşına kadar zarurî olan “ahlâk-ı diniye ve terbiye-i İslâmiye”yi veremiyor; ondan sonra da zaten iş işten geçmiş oluyor. Bu ise, hamiyet sahiplerini kan ağlattıracak bir vaziyettir.

ELHASIL

Mezkûr vahâmetten kurtulmanın yegâne çaresi: 

* Maraz-ı ihtilâfa karşı tiryâk-ı ittifaka yönelmek. 

* Adavete karşı adavet duygusunu ve muhabbete karşı muhabbet duygusunu yeşertip inkişaf ettirmek. 

* Kardeşini tenkit etmemektir. 

* Kardeşinin meziyetiyle şâkirâne iftihar etmek. 

* Kardeşinden önce kendi hata ve kusurunu görüp onun izâlesine çalışmak. 

* Gıybetten, dedikodudan uzak durmak. 

* Haricî cereyanların tesirine kapılmamak. 

* Mesleğinin muhabbetiyle dolu dolu yaşamaktır.

Rabbim, böyle yaşamayı ve iman kardeşine karşı ihlâsla, şefkatle, lütûfla, muhabbetle, muavenetle, tevâzu ve terk-i enaniyet ile muamele yapmayı ve birbirimize mukabelede bulunmayı cümlemize nasip eylesin.

GÜNÜN TARİHİ 19 Nisan 1920

Bir yıl arayla iki Anzavur Vak’ası

Anadolu genelinde şahlanan Millî Mücadele Hareketini akamete uğratmak maksadıyla 1920 yılı Nisan ayı başlarında kurulun Kuvvâ-yı İnzibatiye, 18-19 Nisan’dan itibaren muhtelif noktalarda Millî Kuvvetlerle çatışmaya başladı.

Adapazarı, Düzce ve Çanakkale (Biga-Karabiga) civarında, iki taraf arasında kanlı çatışmalar vuku buldu. Ne var ki, yaşanan hemen her çatışma, Millî Kuvvetlerin galibiyeti ile neticelendi.

* * *

İstanbul’daki merkezî hükûmetin emrinde gibi görünen, aslında İngilizlerin talebi ve maddî desteği ile kukla Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından kurdurulan bu teşkilâtın başına, önce Süleyman Şefik Paşa getirildi. 

4.000 kişilik bir tümenden müteşekkil bu birliğin başına, bilâhare “sivil paşa” rütbeli meşhûr Anzavur Ahmet atandı.

Millî Mücadele tarafının komutanları ise,  Kuvvâ-yı Millîye Komutanı Ali Fuat Cebesoy, Kuvvâ-yı Seyyâre Komutanı Çerkes Ethem Bey ile İsmail Efe idi.

1920’nin Nisan ve Mayıs aylarında taraflar arasında yoğunlaşan mücadele, gün geçtikçe Kuvvâ-yı İnzibatiye’nin aleyhine dönüyordu. Çünkü, Anadolu halkının mutlak çoğunluğu Millî Kuvvetlerden yana bir tavır sergiliyordu. Haliyle, yerli halkı yanına alamayan bir askerî gücün başarı şansı da zayıf olur.

Şiddetini kaybederek yaklaşık bir yıl kadar devam eden çatışmalar, Anzavur Ahmet’in 15 Nisan 1921’de Biga taraflarında öldürülmesiyle birlikte, Kuvvâ-yı İnzibatiye mâcerası da tümüyle sona ermiş oldu.

Anzavur, ölümünden bir yıl önce (19 Nisan 1920), yine aynı bölgede yaşanan çatışmada yaralanmış ve bir gemiye zor-belâ bindirilerek İstanbul’a kaçmıştı. 

@salihoglulatif: 

BİR ALTIN PRENSİP

Adâvete adâvet ve muhabbete muhabbet.

Okunma Sayısı: 3387
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı