Milletin neredeyse bir yarısını esir alan sosyal medya (e-mail, twitter, facebook, instagram...) furyasından sonra, “söz-fiil birliği”ndeki mertlik iyice bozuldu.
İnsanların çoğu, yazdığı, yaydığı, beğendiği ve paylaştığı güzel sözleri maalesef hayatına, fiiliyatına tatbik etmiyor, edemiyor.
Yani, hayatımıza giren, gözümüze ilişen güzel sözler çoğaldı; ama, güzel davranışlar aynı oranda çoğalmadı. Aksine, daha da azaldı.
Bir başka ifade ile, günden güne çoğalan güzel sözlere paralel şekilde, çevremizdeki yamuk davranışlar, sahte yaklaşımlar da çoğaldı.
Tıpkı, boşanmalar arttıkça, aşk şarkılarının da artması gibi.
Demek ki, o aşk şarkılarının da çoğu sahte, riyâkâr, samimiyetsiz...
Bu sebeple, her şeyden önce samimiyet gelir, ciddiyet gelir, tutarlılık gelir. Bu da, muhatabımızda söz ve davranış birliğinin varlığını, dirliğini, ispatını iktiza eder.
Üstad Bediüzzaman’ın tâbiriyle "Sözünüzü, fiiliniz tasdik etmeli.” (Münâzarât)
Evet, kişinin fiili sözünü tasdik etmiyorsa, o kimseden uzak durmalı. Onun söylediklerini ihtiyatla karşılamalı. Aksi halde, büyük zarar vermesi, saf kimseleri hayal kırıklığına uğratması muhtemel.
Enaniyet ve tesanüd
Bir kimse bencil davranıyorsa, hodbîn, yani egoistçe tavırlar sergiliyorsa, onun sarfettiği güzel sözleri de ihtiyatla karşılamalı. Aksi halde aldanmak kaçınılmaz olur.
Evet, bazen bakıyorsunuz, kişi çok güzel konuşuyor veya yazıyor. Anlattıklarını hayranlıkla dinliyor, okuyorsunuz. Kendi kendinize “Ağzından-kaleminden bal damlıyor” der durursunuz.
Zira, o kimse bakıyorsunuz birlik-beraberlikten söz ediyor; kardeşlikten-muhabbetten dem vuruyor; ittifaktan-imtizaçtan-tesanüdden mest edici dersler veriyor, vesaire...
Ama, o kimsenin hal ve haretlerine bakıyor, davranışlarına dikkat ediyor ve hayretler içinde görüyorsunuz ki: O kimse fevkalâde bencildir. Dâvayı değil, kendini merkeze alıyor. Hizipçi-grupçudur. Herkesle samimi kardeş gibi göründüğü halde, gayet ustalıklı manevralarla kayırmacılık yapıyor. “Kendi adamı” gördüğü kişilere öncelik veriyor, imtiyaz tanıyor.
Oysa, hakiki iman kardeşliğinde böyle şeylerin yeri yoktur. Zira, “İmân, bütün mü’minleri bir babanın cenâh-ı şefkati altında yaşayan kardeşler gibi kardeş addediyor.” (Mesnevî-i Nuriye, Hubâb)
* * *
Evet, mü’minler arasındaki iman kardeşliği dairesi içinde şahsiyetçilik, benlik, enaniyet, hodfürûşluk gibi mazarrata, menhiyata yer yoktur.
Fakat, şu imtihan dünyasında her insanın bazı zaafları olabilir.
Kimi zaaflar şehvete, kimileri şöhrete, kimileri de servete tutku derecesinde meyledebiliyor. Hatta, önü alınmazsa esir, köle derekesine kadar düşebiliyor.
Bu sebeple, söylenen her sözü ihtiyatla karşılayıp sorgulamalı, yani Münâzarât’taki ifade ile “mihenge vurmalı.” Çünkü, kişinin kendisi müfsid olabildiği gibi, kişi bilmeyerek ifsad ediyor da olabilir.
İster öyle, ister böyle, güzel de olsa söylenen sözlere hemen kapılmamalı. Hele hele, o güzel sözleri sıralayıp duran şahıslara yuları asla kaptırmamalı.
Özellikle de şu sebepten dolayı: O kimsenin gayesi, hedefi, maksadı başka türlü olabilir. Bir başka odak adına hareket ediyor olması da muhtemel...
Dolayısıyla, sarf etmiş olduğu o güzel sözlerle sâfdilleri avlamaya çalışıyor. Kitleleri kendine hayran bırakıp, sonra da onları başka tarafa sürüklemek istiyor.
Şayet işin başında tedbirli davranılmazsa, sonradan dönüşler çok zor olabilir. Üstelik, yara-bere içinde halsiz-takatsiz kalmak, hatta ye’se düşmek de ihtimal dahilinde.
Netice itibariyle, elimizde daima ölçüler, düstûrlar, prensipler manzumesi olmalı. Tâ ki, hem söylenen sözleri mihenge vurma şansımız bulunsun, hem de kişinin sözü ile fiili arasında herhangi bir tutarsızlığın olup olmadığını görme fırsatımız olsun.
Asla ve kat’a unutmayalım ki: Usûl, daima esâstan evvel gelir.
***
@salihoglulatif:
TERAZİ
Yapıp ettiklerin yanlış ve usûle aykırı ise, esasa dair söylediğin bütün güzel sözler ‘trafiğe tersinden girmenin fazileti’ni anlatmaya benzer.
* * *
Demokrasi, adâlet, insan temel hak ve hürriyetleri, şahsî, siyasî, ideolojik heveslere göre şekillendirilemez.