Tarihî olaylar, aynen tekerrür etmez; sadece önemli benzerlikler gösterir.
Zira, mahiyetleri itibariyle bazı benzerlikleri arzetmekle beraber, hemen her tarihî hadisenin hem aktörleri ile faktörleri, hem de zaman aralığı ile zemin genişliği birbirinden farklıdır.
Yani, “Aynı nehir suyunda iki kez yıkanmak mümkün olmadığı” gibi, farklı zamandaki iki tarihî vak’a da birbirinin aynısının tıpkısı olmaz.
Dolayısıyla, her hadiseyi kendi şartları ve özellikleri ile tahlil edip öyle değerlendirmek icap eder.
* * *
Cüz’î-küllî benzerlikler bir yana, dikkat çekici bir diğer nokta, tarihî olaylar arasındaki münasebetler ve tevâfuklardır.
İşte, bugün bunlardan bir tanesi üzerinde durmak istiyoruz.
O da kısaca şudur:
Tarih 17 Eylül 1943
* İsmi Necip Fazıl ile bütünleşen Büyük Doğu Mecmuasının ilk sayısı, tam da o gün çıktı.
* Necip Fazıl’ın müridi olduğu 80 küsûr yaşındaki Şeyh Abdülkhakim Arvasî, tam da o gün 40 müridiyle birlikte İstanbul’dan İzmir taraflarına doğru sürgüne gönderildi. (İki ay kadar sonra Ankara’da vefat etti.)
* Yine aynı tarihte, Bediüzzaman Said Nursî ve talebelerine yönelik Kastamonu’dan başlatılan ve Isparta gibi diğer bazı merkezleri de içine alan dehşet verici bir operasyon yapıldı.
* Bediüzzaman Hazretlerinin (mübarek Ramazan gününde) Kastamonu’dan alınarak Ankara’ya getirilmesi, Valilik makamına götürülmesi ve orada Vali Tandoğan’la şiddetli münakaşaya mecbur kalması, tam tamına 73 sene evvel bugün (20 Eylül 1943) vuku’ buldu.
* Ne garip bir tevâfuktur ki, yıllar sonra Afyon Mahkemesine sevk edilen Bediüzzaman Hazretlerinin tahliye edilmesi, yine bir 20 Eylül (1949) gününe denk geldi.
* * *
Şimdi de, 1943 Eylül’ünde yaşanan eş-zamanlı operasyonların mahiyetine kısaca temas edelim.
Evvelâ, Üstad Bediüzzaman’ın kendi ifadesi: “Evet, İmam-ı Ali'nin (ra) Ayetü'l-Kübrâ hakkında verdiği haberi, tam tamına Denizli hâdisesi tasdik etti. Çünkü, bu Risâlenin gizli tab'ı, hapsimize bir vesile oldu.” (Age)
Operasyondan iki ay kadar sonra vefat eden Şeyh Arvasî’nin müritleriyle birlikte sürgüne gönderilmesinin gerekçesi de, yine aynı Risâle ile bağlantılıdır: “Siz, bu kitabın İstanbul’da basılmasına niçin mani olmadınız?”
* * *
Evet, Bediüzzaman Said Nursî’nin 120’yi aşkın talebesiyle birlikte Denizli Mahkemesine sevk edilmesinin zahirî sebebi, Ayetü'l-Kübrâ isimli eserin İstanbul'da gizlice tab’edilmesiydi.
Pek çok fütûhata vesile olan bu harikulâde eseri tenkit niyetiyle okuyanların bile, içinde kànuna aykırı bir madde bulamamaları, üstelik okuyup imanlarını kurtardıkları için aleyhte rapor yazmamaları, devrin hükûmetini büsbütün hiddete getirdi.
İşte, Kastamonu'dan Denizli'ye yapılan o dehşet-engiz sevkiyatın arka plânında bu şiddetli hiddetin eseri vardı.
Buna mukabil, Denizli'nin âdil hakimleri, 9 aylık sorgulamanın ardından, maznunlar hakkında oy birliğiyle beraat kararı vererek, Ayetü'l-Kübrâ'nın o mânevî fütûhatını ayrıca tescil etmiş oldular.
Zorba vali Tandoğan ise, beraat kararından tam iki sene sonra (Temmuz 1946), bir cinayet hadisesini kasten örtbas ettiğinin anlaşılması üzerine bunalıma girdi ve kendi silâhıyla kafasına kurşun sıkarak intihar etti.