Yakın tarihteki olayların görünen yüzüne baktığımız gibi, bunların arka plânını da araştırıyoruz.
Araştırarak mahiyetini öğrendiğimiz olaylardan alınması gereken ders ve ibret tablolarını sizlerle paylaşmaya gayret ediyoruz.
Bir de, bizzat şahit olduğumuz ibretlik hadiseler var ki, bunların da adeta şeş cihetini dikkatle inceleyerek, dağarcığımızı doğru bilgi ve sahih tecrübelerle ayrıca zenginleştirmeye çalışıyoruz.
İçinde bulunduğumuz şu dehşetli âhir zaman hadiselerini doğru şekilde okumak ve sıhhatli şekilde yorumlayabilmek için ise, Kur’ân’ın malı olan Risâle-i Nur projeksiyonunu kullanmaya âzami derecede dikkat ve gayret sarf ediyoruz.
Bu girizgâhtan sonra, önemli birkaç noktaya temas edelim.
12 Eylül’den önce
Bu bölümde ifade edeceğimiz şeyler, daha çok 1980 öncesinde de sandığa gidip oy kullananlara yöneliktir.
O dönemi yaşayanlar, hiç tereddüt dahi etmeden, gayet açıklıkla bilirler ki, hür seçmen kitlesinin mutlak çoğunluğu Demokrat Parti ile Adalet Partisini desteklemiştir.
Dahası, demokrasi tarihimizde sadece bu iki parti yüzde 50’nin üzerinde oy alabilmiştir.
Şimdi, bilhassa 1960-80 arası dönemi es geçenlere, Adalet Partisinin hizmetini yok sayanlara, bu partinin lideri Süleyman Demirel’in ismini dahi anmak istemeyen bugünün AKP destekçilerine soruyorum:
Siz o yirmi yıllık zaman zarfında yapılan seçimlerde kimi desteklediniz ve hangi partiye oy verdiniz? CHP’ye mi, MHP’ye mi, MSP’ye mi?
Bu soruya açık yüreklilikle cevap verseniz de, günümüz siyasetini öyle konuşsak daha iyi olmaz mı?
Yok eğer AP’ye oy verdiyseniz, şimdilerde bundan kaçınmanızın, adeta hicap duymanızın sebebi ne?
Can alıcı bir diğer soru şudur: Üstad Bediüzzaman’ın yüzlerce talebesi, hizmetkârı o seneler zarfında hayatta idi. Başta Tahirî, Zübeyir ve Tola kardeşler olmak üzere bütün Nur Talebeleri ittifakla Adalet Partisini desteklemediler mi?
Bunu kim çıkıp inkâr edebilir? Kim aksini iddia edebilir? Dahası, şimdiye kadar aksi yönde bir iddiaya dahi rastlayan var mı? Varsa şayet, lütfen çıkıp söylesin ki, biz de ona göre yazalım, konuşalım.
Yoksa eğer, o halde bunca çekinmenin, uzak durmanın, o dönemi adeta ademe mahkûm etmenin sebeb-i hikmeti nedir?
Acaba, 12 Eylül Darbesi, fikrimize de mi bir darbe vurdu? Bu darbeden evvel, siyaset noktasında zuhûr eden bir ayrılık yok iken, sonrasında niye oldu? Hem, darbe ve darbeciler yüzünden niçin ihtilâf, iftirak olsun ki...
Geçelim, bir başka konuya...
Düşman çoğaltan siyaset
Bugünkü siyasî iktidara sırtını dayamış ve ona bel bağlamış olan dostlara da son bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz.
Aslında dayandığınız şey, kuvvetli bir dâvâ, fikir, misyon hareketi değil. Adeta, pamuk ipliğiyle bağlı duran bir şahsa, bir fâniye yaslanmış durumdasınız. O şahıs yıkıldığı, yahut tökezlediği anda, vahim âkıbet kaçınılmaz olacak.
Bu durumda, şahıs, kendi başının derdine düşecek ve orta yerde kalacak olan sen, acaba en başta çevrene ve aile efradına ne cevap vereceksin, baş koyduğun yolun iflâsını nasıl izah edeceksin...
Yâ hû! Fert, dâhî olsa bile, bu zamanda kifayetsiz kalacağını bilmez misin? O bir yana, akıl almaz derecede onun düşmanları çoğaldı. Bu düşman ordularını da, aslında bizzat kendi elleriyle vücuda getirip çoğalttı. Zira, hemen her seçim dönemindeki “siyasî strateji”yi bir başka “düşman cephe” üzerinden yürütmeye çalıştı. Biliyorsun...
Oysa, düşmanların değil, dostların sayısını çoğaltmak gerekirdi.
Hani, ne demiş atalarımız: “Bin dost az, bir düşman çok.”
Ne var ki, bu gerçeğin tam tersi bir yol izlendi. Neticede, düşmanın sayısı ve gücü o derece arttı ki, bundan sonraki seçimlerde artık yüzde 49.9 oranında oy desteği alınsa dahi, bu parti, hem kendisi rahat edemez, hem ülkeye rahatlık getiremez. Zira, muhtemel oy artışından ziyade, yekûn tutan hataların, günahların ve muhaliflerin sayısı, miktarı, kuvveti artış gösterdi.
Kaldı ki, yüksek derecedeki oy ihtimali pek uzak olmakla birlikte, tersine bir durumun vukuu daha muhtemel görünüyor.
Ayrıca, şunu da tahmin ediyoruz ki: Parti, iktidar mevkiinden düşmemek ve gitmemek için, çok çetin direnişler de olacak. Dolayısıyla, gergin hava daha da gerilmeye çalışılacak.
Ama, buna rağmen, vahim âkıbet yine de kaçınılmaz görünüyor.
Kıymetli dostlar! Yarın öbür gün çıkıp da “Vaktiyle niçin hatırlatmadınız? Bize uyarıcı ikazlarda niçin bulunmadınız?” demeyesiniz diye, şiddetli hücûmları da göze alarak, bütün bu acı gerçekleri şimdiden hatırlatmak ihtiyacını duymaktayız.
Cevap bekleyen sorular
“11 Eylül” gibi “10 Ekim” etiketli terör saldırısı hakkında da iki zıt görüş var.
11 Eylül saldırısı, her yönüyle El-Kaide tarafından gerçekleştirildi, yoksa, bundan ABD’nin haberi ve CİA’nın, FBI’nın bilgisi var mıydı?
Bir diğer soru: Kişi 11 Eylül’e nasıl bakıyorsa, 10 Ekim’e de aynı şekilde bakmak durumunda kalır mı? Kişi, “Yok canım, bizimkiler Müslüman, asla yapmaz öyle şeyleri” diyorsa, bunun inandırıcı izahını nasıl yapacak?
Bütün bunlar zihinlerde cevap bekleyen sorular.
@salihoglulatif: Son günlerde yoğunluk kazanan siyasî muhtevalı seri yazılardan, bazı dostların rahatsızlık duyduğunu biliyorum. Maksadım, onlara da "Uçurumdan önceki son çıkış"ı tesirli bir şekilde hatırlatmak.