Emirdağ’lı Demokrat Nur Talebelerinden merhum Hamza Emek Ağabeyden söz ediyoruz.
16 Haziran 1990’da 70 yaşlarında iken Hakk’ın rahmetine kavuşan bu aziz ağabeyimizden daha evvel de çeşitli vesilelerle bahsetmiştik.
Şimdi ise, Hamza Ağabeyin muhtereme kızı Şirin Emek Ablamızın bir arzusu, bir talebi vesile oldu:
Merhum Babasının hayat ve hatıratını ihtiva eden bir kitap çalışması ikmâl edilmek üzere. Bu sebeple, kitapta bizim duygu ve düşüncelerimize de yer vermeyi arzu ettiklerini bildirdiler. Biz de kemâl-i memnuniyetle kabul ettik.
* * *
1957 doğumlu olan Şirin Ablamızın ismini Üstad Bediüzzaman koymuş. Bu hususla ilgili kendi ifadeleri şöyledir: “Biz beş kız kardeşiz. Ablalarım var. Erkek kardeşimiz hiç olmadı. Annem bana hamile iken, haliyle o zaman erkek evlât bekleniyormuş. Kız olunca, babam hızla çıkıp Üstad’ın evine varmış. Fakat, babam daha ‘Efendim bir kızımız oldu’ diyemeden, Üstad şu mukabelede bulunmuş: ‘Biliyorum kardaşım, kızımız geldi, Şirin’imiz geldi. Adını Şirin koyalım ki, gözümüze şirin gelsin.”
* * *
1980’li yılların sonlarında yakından tanıma bahtiyarlığını yaşadığımız Hamza Emek Ağabey, heybetli görünmesine rağmen, son derece müşfik, halim-selim ve mütevazı bir fıtrata sahipti. Kendisini, kalabalık bir topluluk içinde birkaç kez dinleme şansımız oldu. Bunu dahi bir mürüvvet olarak telâkki ediyorum. Zira, onu dinlerken, bambaşka bir insanla karşı karşıya olduğumu hissediyordum. Ulvî bir his, halis ve katışıksız bir duygu...
Hz. Bediüzzaman ile alâkalı hatıralarını naklederken, karşımızda sanki bir melek, sanki bütün günah ve kusurlardan arınmış bir veli şahsiyet konuşuyormuş gibi hissederdik. Şahsen öyle görüyor ve öyle hissediyordum.
Nakletmiş olduğu hakikatlere ne bir kelime ekleme, ne de çıkarma yapmamaya âzami derecede dikkat ederdi. Gayet sâkin durur ve soğukkanlılığını hiç kaybetmeden anlatırdı. Anlattığı meselenin hakkını vermeye çalışır, mübâlâğaya ise hiç tenezzül etmezdi.
İşte, bu haliyle nazarımda 24 ayar altın safiyetini andırıyordu. Biz de, her defasında aynı safiyet hali içinde dinlemeye gayret ettik.
* * *
Üstad Bediüzzaman, Hamza Emek Ağabeyi pek mühim bir vazife ile tavzif etmişti: İçtimaî ve siyasî sahadaki meslek ve meşrebini tebârüz ettirmek için onu fiilen vazifelendirmişti.
Birinci derecede ona Mehmet Çalışkan’a “Benim ve Risâle-i Nur’un bedeline, gidin Demokrat Partiye kaydınızı yaptırın” demişti.
Bu, aslında 1950’li yılların başına kadar da alışılmış bir durum değildi. Yani, ortada yeni bir durum, yeni bir hâl vardı artık.
Bu yeni durum, gerçekte “Üçüncü Said”in ilânı ve artık meydân-ı zuhûra çıkmasının açık bir alâmetiydi.
3. Said’in ilk işaret mektubu
Üstad Bediüzzaman, 1948-49 yıllarında Afyon Hapishanesinde mevkufen bulunduğu esnada, Üçüncü Said’i haber veren ilk işaret mektubunu "Afyon Mahkemesine ve Ağırceza Reisine" hitaben yazıyor.
35 senedir siyasetle ve dünya umuru ile hiç alâkadar olmayan Hz. Bediüzzaman, bu mektubunda siyaset âleminde de pek mühim bir mânevî vazifesinin bulunduğunu aynen şu sözlerle beyan ediyor:
"Eskiden beri fıtratımda tahakkümü kaldıramadığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim.
“...Ben sizden bütün kuvvetimle tecziyemi talep ediyorum. ...Makam–ı iddianın asılsız isnad ettiği suçlar, siz de bilirsiniz ki, yok; beni cezalandırmaz. Fakat, beni mânen cezalandıracak, vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasipse, sorunuz, cevap vereyim.
"Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din nâmına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi." (Tarihçe-i Hayat, s. 490)
Burada kast edilen "büyük vazife"nin, siyasetteki vazife olduğu ve artık şimdi (1949–50) bu vazifeye bakmaya lüzûm, hatta mecburiyet hasıl olduğu hususu, şu ifadelere bakınca daha iyi anlaşılmış olur: "...Biz Kur'ân hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana (komünist ve ifsat komitelerine) karşı daima Kur'ân hakikatlerini muhafazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzûm oldu.” (Emirdağ Lâhikası, s. 423)
* * *
Afyon’da tecelli eden 3. Said, yukarıdaki mektupta “vazife-i hakikiye” ve “büyük vazife” tâbirleri ile ifade ettiği bir meselede, hâlis, sâdık, itimada şâyân sağlam karakterli talebelerini vazifelendirmeye başlıyor.
İşte, o halis talebelerinden biri de hiç şüphesiz ki Emirdağlı Hamza Emektir. Yani, 3. Said’in Emek’dar Hamza’sıdır.
Üstadının izni ve tavsiyesi ile önce Demokrat Partiye kaydolan Hamza Emek, bilâhare Emirdağ DP İlçe Başkanı olur.
Yıllarca bu vazifeyi deruhte eden Hamza Ağabey, 1950’lerin sonlarında vuku bulan hadiseler zinciri hakkında ise şunları anlatmıştı: “Akis Mecmuasında, İsmet Paşanın damadı Metin Toker’in aleyhimizde yazılar yazması sebebiyle, parti ilçe teşkilâtımız feshedildi. Üstad, bu durumu öğrenince önce hiddet etti, sonra hiddetini geri aldı ve şunları söyledi: ‘Kardaşım, bunlar kuvveti nereden aldıklarını bilmiyorlar. Biz elimizi çeksek, bunlar yıkılır, ortalık karışır, alt üst olur. Ben de onları azledecektim, fakat şimdilik kalsın.’”
Vefatının 24. sene-i devriyesinde Hamza Emek Ağabeye Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret dilerken, onun vazifesini bihakkın deruhte etmeye çalışan kızlarına ve torunlarına da selâm, hürmet ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.