Nifak, şikak, şüphe, tereddüt, bölünmüşlük, dağılmışlık hali, mü'minler arasında kol gezen dehşetli bir fitnenin önemli ölçüde tesir icrâ ettiğini gösterir.
Böylesi bir fitnenin kaynağı, bünye içinde dolaşıma giren, girme fırsatı bulan münâfıkane tarzdaki söz ve hareketlerdir.
Evet, tezahürleri bazı kıstaslarla anlaşılabilen münafıklığın en bâriz alâmetlerinden biri de "beyne'l-ihvan" görünen şüphe, zan ve tereddüt halleridir.
Yani, bir sosyal bünye içinde tereddüt vaziyeti hasıl olduysa, daha açık bir dille "zihinlerde soru işaretleri" çoğaldıysa, hiç şüphe yok, orada münafıklar mevzilenmiş ve münafıklık mesafe almış demektir.
Kimisi var, münafıklığı bilerek ve isteyerek yapar. Onun vazifesidir bu. Tıynetine, mizacına uygun olanı yapıyordur.
Kimisi de vardır ki, bilmeden ve farkına bile varmadan münafıklığa âlet olur.
Meselâ, münafıkların ortaya attığı şüphe ve tereddütleri körükleme vazifesini görür, aynı günaha bilmeyerek şerik olur.
* * *
Münafıklar, cebren durduramadıkları, galebe çalamadıkları, susturup sindiremedikleri Nur camiasına da muhtelif zamanlarda sızarak, bünyeyi zaafa uğratmaya çalışmışlardır.
Öyle ki, ağır ceza mahkemelerine sevk edilen Nur Talebelerini, meselâ Eskişehir (1935), Denizli (1944) ve Afyon (1948) Hapishanelerinde dahi rahat bırakmamışlar; aralarına casuslar ve hoca kılıklı, dost sûretinde ikiyüzlü kimseleri sokarak tereddüt pompalamaya ve zihinleri bulandırmaya çalışmışlardır.
Aynı yöndeki çaba ve gayretler, daha sonraki dönemlerde artarak devam etmiş ve bilhassa kritik dönemlerde had safhaya çıkarılmıştır.
Düşünün ki, aynı eserleri okuyanlar ve aynı Nur menbâından beslenenler arasında Üstad Bediüzzaman'ın meselâ "siyâdet-şerâfet" bağlantısı veya "içtimaî-siyasî” mesleği ile ilgili farklı, hatta zıt yönlü düşünenler var.
Bunlara ilâveten, aynı konularda bir de zihinleri alabildiğine karışan, bocalayan ve tereddütler içinde kıvranarak ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemez halde gelen ihvânlar var.
Aynı şekilde, siyasetteki “Muktesîd Meslek ve Ahrarlar”ın mahiyetinin ne olduğunu, bu misyonun nereden başlayıp hangi safhalardan geçerek ve hangi istikamet üzere gittiğini; kezâ, bazı dönemlerde bu şecerenin niçin soluklaşıp gizlenerek, sonra tekrar yeşerip dirildiğini hakkıyla bil(e)meyen kardeşlerimiz, ihvanlarımız var.
Peki, bu vaziyet, kudsî içtimaî düsturlara göre hareket etmesi ve topluma rehberlik yapması gereken sâdık, mustakim Nur Talebelerine yakışıyor, yaraşıyor mu?
Bilinmeli ki, tereddüt içinde bocalayan kimseler, cemiyetin tereddüdünü asla gideremez. Kendisi hasta olan bir şâkird, başkasının hastalığını nasıl tedâvi edecek?
Cemiyete her yönüyle örnek olması ve rehberlik yapması gereken Nur'un Şâkirdleri, inanıyoruz ki "dehşetli propagandalar"ın tesirinden kurtulacak ve Risâle-i Nur'da vâz'edilen ulvî düstûrları esas alarak zamanla "vahid-i sahih" teşkil edecek ve nihayet "meşveret ve şûrâ" ile kudsî hizmetlerine "bilâ şek, bilâ şüphe ve bilâ tereddüt" inşaallah devam edeceklerdir.
@salihoglulatif:
Hem ülkeyi referanduma götürüp, hem de farklı yönde tercih yapanları hain, terör örgütü yandaşlığı gibi suçlarla suçlamak, despotluğun yanı sıra, acizlik, ucuzluk ve basitliktir.
* * *
Muhalif olanı, farklı düşüneni, farklı tercihte bulunanı hemen “hain, bölücü, terörist, şer cephesi...” diye damgalayaların, acaba “12 Eylül Cuntacıları”ndan ne farkı kalır?
* * *
Referandumda HAYIR demek terör örgütüne destek anlamına geliyorsa şayet, ülkeyi referanduma götürenler de, terör
örgütüne yardım ve yataklık yapıyor demektir.
* * *
Yeni bir referanduma doğru giderken, demokrasiyi kabul edip içine sindiren ve bilhassa hür iradeye saygı duyan herkes,
seçmenin EVET veya HAYIR tercihine de saygı göstermeye mecburdur. Bu işin başka da bir çıkar yolu yoktur.