Aman yâ Rabbî! Ne acip bir zamana kaldık ve ne garip gelişmelere şahit olmaktayız.
Düşünün ki, birileri çıkıyor Nur Risâlelerinin neşrini resmen tekelleştirmeye çalışıyor, bazı Nur Talebeleri de çıkıp bu fecâate sebebiyet verenlere gazete ilânları ile tebrik ve teşekkürlerini sunuyor.
Düşünün ki, birileri çıkıyor, köşe yazısında Bediüzzaman Hazretlerine zındıkların dahi tevessül edemedikleri hakaretleri savuruyor ve yine Üstad Bediüzzaman’ın hizmetkârı olan bazı muhteremler çıkıp, bir gün sonraki aynı gazeteye tam sayfa tebrik-teşekkür ilânını neşrettiriyor.
Bütün bu işlerde muhakkak ki, bir bit yeniği, yani bir başka iş var demektir. Bakalım, görelim...
İlân tezgâhında fitne-fesat kokusu
Medyayı takip eden çoğu kimsenin bildiği veya bakarak gördüğü gibi, 23 Aralık 2014 tarihli iktidar yanlısı gazetelerin hemen tamamında bir tam sayfalık “Tebrik ve Teşekkür” ilânı çıktı.
İlân metninde, siyasî iktidarı elinde tutan ve Nur Risâlelerini devlet tekeline alan Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyelerine tebrik ve teşekkür arzı yer alıyordu.
Bu ilânı veren “Bediüzzaman Said-i Nursî’nin talebelerinden” Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram ve Said Özdemir’in isimleri sıralanıyor.
Onların altında ise Türkiye’nin 10 bölgesinde faaliyet gösteren 100’den fazla vakıf, dernek, yayınevi gibi STK’ların isimleri üç sütun halinde ardı ardına diziliyordu.
* * *
Allah biliyor ya, biz ilânı görür görmez, bu işin perde gerisinde ve kapalı devre usûlü kotarılan bir tezgâh olduğunu anladık.
Zira, orada ismi zikredilen ve yaşları 80’in üzerinde olan üç muhterem Ağabeyin böyle bir işi organize etmediği, edemeyeceği kanaatinde idik.
Kezâ, bu üç ismin yanında—daha evvel Erdoğan’ı beraberce tebrik etmiş olan—Ahmet Aytimur, Mehmet Fırıncı, Abdulkadir Badıllı gibi isimlerin yer almamış olması, ayrı bir nifak kokusunu yansıttığı da hemen fark ediliyordu.
Bir diğer fitnekârlık şudur: Bu tür ilânlarla, devlet ve kamuoyu nazarında “Birbiriyle uyum sağlamayan Said Nursî’nin talebeleri de meğerse ülke çapında bir örgütlenme faaliyeti içinde bulunuyorlarmış” intibaı uyandırılmak isteniyor.
Bütün bu yaşananların en acip bir yönü de şudur ki: Daha bir gün öncesine kadar Üstad Bediüzzaman ile umum Nur Talebelerine en ağır sözlerle hakaretlerde bulunan Türkiye gazetesi ile Yeni Akit’te tam sayfa aynı tebrik-teşekkür ilânı verilmiş.
Türkiye gazetesi yazarlarından Rahim Er’den beş gün sonra Fuat Bol, 22 Aralık günkü köşe yazısında “içimizdeki beyinsizler” diye hakaret ettiği Said Nursî’yi “Halife-i Müslimine düşmanlığıyla övünmüş” diyerek “hâzâ iftira” bir iddiada bulundu.
Yeni Akit gazetesinin önemli isimlerinden biri olan R. Fatih Uğurlu (Yayın Kurulu üyesi ve halen yayın sahibi durumunda) ise, imza sahibi olanlar da dahil olmak üzere Bediüzzaman Hazretlerinin hemen bütün talebelerini tahkir-tezyif edici yazılar yazdı. Meselâ, bir yazısında şu ifadeleri kullanıyor: “Bediüzzaman Said Nursî denilince, aklıma hep Türkiye’deki Nur Talebelerinin ...her seçim döneminde yaptıkları gönüllü kölelik hizmeti gelir. Tıpkı celladına aşık olan mahkûmlar gibi canhıraş bir şekilde destekledikleri ve her defasında ‘Eli hamur, karnı aç!’ kaldıkları bir hayata nasıl razı edildiklerini hep merak etmişimdir.”
(Bkz: Habervaktim.com.tr 23 Eylül 2013; www.mansetim.com › Yazarlar › Fatih Uğurlu)
* * *
İşte bunlar gibi daha başka isimlerin de hakaret dolu yazılarının neşredildiği gazetelerde, bazı Ağabeylerin imzasıyla Risâle-i Nur’u tekelleştiren siyasîlere tebrik ve teşekkür ilânının yer almış olması, etrafa bir fitne-fesat kokusu yaydığı gibi, aynı zamanda işin içinde bir başka tertip, bir kumpasın olduğunu da hatıra getiriyor.
Pek yakında, meselenin vüzûh peydâ edeceği kuvvetle muhtemel.
* * *
Oldum olası Millî Görüşçü ve şimdiki iktidar taraftarı, hatta bir kısmı meddahı durumunda olan bu saldırgan gazete(ci)ler, şayet iktidar kanadından cesaret almamış olsalardı, Bediüzzaman Hazretlerine ve talebelerine böylesine adâvet duymaz ve ağız dolusu kin-husûmet kusmazlardı.
* * *
RUZNÂME 25 Aralık 1683
Bozgun bedel aldı
İkinci Viyana Kuşatması esnasında, Osmanlı ordusunun uğramış olduğu bozgunun bedelini hayatıyla ödeyen Sadrâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Padişah IV. Mehmed'in fermanıyla Belgrad'ta idam edildi.
Paşa, bu tarihe kadar hem Başkomutan (Serdâr–ı Ekrem), hem de Sadrâzam, yani Başbakandır.
Belgrad'ta (Sırbistan) bulunan Kara Mustafa Paşaya önce padişahın azil (vazifeden alma) fermânı tebliğ edilir. Paşa ise, bunu hürmetle karşılar ve şu mukabelede bulunur: "Hakkımızda azilden başka bir emr û fermân var mıdır?" Tebliğci, "Belî paşam, vardır" diyerek ölüm fermânını uzatır.
Merzifonlu, bunu da metanetle karşılar ve fermanı öperek başına koyar.
Sıra infaza gelir. Cellâtlar hazırda bekliyor. Paşa, hemen oracıkta abdest tazeler, iki rekât namaz kılar ve "Gelin, ben hazırım" der.
Cellâtlar gelirken de, halının kaldırılmasını ister. Tâ ki, kafası kesilirken akacak kandan halı kirlenmesin, kanı toprağa düşsün diye...
* * *
@salihoglulatif: Cidden hayret ve taaccüple karşılanacak gelişmelere şahit oluyoruz. Risâlelerin neşrine takoz koyanları, müellifine ve talebelerine hakaret edenleri bazı Nurcular tutup tebrik ediyor.