Seyyiatı hasenatına râcih, yani fenâlıkları iyiliklerine galip gelenlere muhalefet etmek, onları eleştirmek, hatta reddetmek, aklın ve vicdanın gereğidir.
İşte bu aklî ve vicdanî gereklilik sebebiyledir ki, son zamanlarda iktidar siyasetine yönelik eleştirilere ağırlık vermeye yöneldik. Çünkü, gelinen şu safhadan sonra zerrece şüphe ve tereddüdüm kalmadı ki, mevcut iktidar siyasetinin seyyiatı hasenatına galip gelmeye başladı.
Artık, hemen hiçbir meselede kararlı bir tavır, haysiyetli bir dik duruş, istikrarlı bir diplomasi, adâletli bir icraat sergilemiyorlar. Hemen her tarafı şaibe, rüşvet, yolsuzluk, iltimas, kayırma kokuları sarmaya başladı.
Politik ve diplomatik iflâslar, Fatih Projesi ve Kanal İstanbul gibi hacimli proje çöküşleri, terörle mücadelede zikzaklar, başta yargı olmak üzere birçok konuda U dönüşleri, temel insan hak ve hürriyetlerinin ihlâli, basın hürriyetine müdahale, adaletsiz rekabet, haksız muamele, devletin gücünü muhaliflerine karşı kullanmada sınır tanımazlık, parti genel başkanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı gibi ayrı ayrı makamların alt alta, üst üste, iç içe sokularak devlet hiyerarşisinin tahrip edilmesi ve halledilmiş gibi görünen sorunların da aslında pamuk ipliğiyle bağlı olması gibi hayatın hemen her sahasındaki gevşeklik, muğlaklık ve güvensizlik hali, tek şahsa bağlı mevcut iktidar siyasetinin ana fotoğrafını teşkil ediyor.
Bütün bu fotoğraf karelerine içimiz yana yana baktığımız halde, sözlerimizi yine de yutkuna yutkuna sarf ediyoruz. Bunun sebebi, dostların hatırıdır. Destekleyenlerin ekseriyetini mütedeyyin veya muhafazakâr kimselerin teşkil etmiş olduğu AKP’nin içinde çok sayıda dostumuz, ahbabımız, kardeşimiz var. Onları büsbütün kırmamak, rencide etmemek adına üslûbumuzu daha fazla sertleştirmemeye, daha şiddetli eleştirilerde bulunmamaya dikkat ediyoruz.
Diyeceksiniz ki, önemli olan “Hakkın hatırı”dır. Elbette. Lâkin unutmamalı ki “dostların hatırı” da bir haktır.
Velhâsıl, yazı yazarken, fikrimizi izah ederken, sanıldığı kadar çok da rahat olmadığımız bilinsin istiyoruz.
TRT’nin hal-i pür melâli
Memleketin genel gidişatı, gitgide tek parti diktatöryası manzarasına bürünüyor, ne yazık ki...
Allah aşkına, şu TRT’nin haline bir bakın. Kelimenin tam anlamıyla yerlerde sürünüyor.
Özellikle siyasî haber ve programları, ayrıca kullanılan süre ve çalıştırılan kadroları itibariyle, 7/24 Saray’ın ve AKP’nin borazanlığını yapıyor.
Programların artık baygınlık veren içeriği ise, borazanlığın yanı sıra sınır tanımaz bir yağcılık, yalakalık, meddahlık, şahısperestlik, tarafgirlik ve muhalif tarafa saldırı yarışına dönüşüyor.
Oysa, devlete bağlı olan bu resmî kurum, bütün bir milletin parasıyla, vergisiyle, desteğiyle ayakta kalabiliyor.
Nihayet, devletin ve umum milletin malı olduğu için tarafsız kalması ve objektif programlar yapması gereken bu kurum, inanın siyaset muhtevalı programları itibariyle yandaş kanalları dahi aratacak derecede iktidar partisinin hem borazanı, hem de paspası haline getirilmiş durumda.
Son 40-50 yıllık mâzisine bakıp görebildiğim kadarıyla, TRT hiçbir dönemde bu derece politize olmadı. Buna darbe, muhtıra ve ara rejim dönemleri de dahi olmak üzere...
Taşımalı Yenikapı Mitingi
Daha evvelki bir yazımızda “dört dörtlük organizasyon” diye bahsettiğimiz 20 Eylül günkü “üstü bayrak, altı siyaset” güdümlü Yenikapı Mitingi hakkında yeni bazı bilgilere ulaştık.
Bir “sivil toplum platformu”nun böylesi bir organizasyonu yapamayacağını kesin olarak biliyorduk; ama, bu işin arka plânını tam olarak göremiyorduk. Şimdi, kat’i sûrette görüp inandığımı ifade edeyim: Vatandaşları mitinge getirebilmek için akla-hayale gelmedik yöntemlere başvuruldu. Devlet memurları ve bilhassa İstanbul Büyükşehir Belediyesinin sözleşmeli personeli ve taşeron firma işçileri üzerinde inanılması zor baskılar uygulandı.
Çalışanların, aile efradıyla birlikte evinden alıp tekrar evine bırakmak işi organize edilirken, Pazar günü mitinge gelemeyenlerden de yazılı olarak “mâzeret beyanı” istendi. Tam bir kànun-nizam tanımazlığı içinde... İşte, bu tarz uygulamalara da ancak tek parti diktatöryasının hükümran olduğu yerlerde rastlamak mümkün.
Azim hata: Din âlet ediliyor
Günümüz dünyasında, hemen her siyasî partinin hatası, günahı, çelişkileri olabilir. Fakat, bunların içinde en büyük hata, en ağır vebâl, dinin siyasete âlet edilmesidir. Bu ise, hem zulüm, hem cinayet hesabına geçer.
İşte, bu en ağır günah yükü, ne yazık ki içinde en çok dost ve ahbabımızın bulunduğu iktidar partisinin sırtında. Bakın, meselâ: Şu bağnaz siyaset, toplum içinde muteber olarak bilinen şahsiyetleri siyasî ikbâl ve menfaati uğrunda adeta militanca kullanıyor. Dinî ve kudsî değerleri fütûrsuzca kullanıp istismar ediyor. Dinî, millî ve mezhebî noktada vatandaşların arasına nifak tohumları serperek “ötekileştirme” ateşini habire körüklüyor. “Bizden olanla olmayan, millî ve yerli olanla olmayan” ayrımını yaparak omurgasız siyasetlerinin omurgası haline getirmeye çalışıyor. Vesâire...
Siyaseti için dini âlet etmek, dindarları militanlaştırıp tetikçi haline getirmek, evet bu vatan ve millet için yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bunun çok vahim bir yönü de şudur ki: Hasis siyasetini din ile bütünleştirip aynîleştirenler, bilerek ya da bilmeyerek, galibiyetlerini “dinin galibiyeti”, kezâ mağlûbiyetlerini de “dinin mağlûbiyeti” gibi göstermiş, lanse etmiş oluyorlar ki, hafâzanallah...
Kürtlere gözdağı
Siyasî ikbâl uğruna, muhalif Türkler gibi maalesef Kürtlerin şerefi, haysiyeti ile de oynanıyor.
Oylar deste deste gelirken “Ah benim sevgili Kürt kardeşim” diyenler, 7 Haziran’dan sonra birden çark edip aba altından şu mesajı vermeye başladılar: “Hey, bana bak! Eğer patime oy vermezsen, aha ben de milliyetçilik silâhını kuşanır, operasyon üzerine operasyon yapar, dünyayı sana dar ederim. Tamam mı? Önemli olan senin varlığın değil, benim varlığım ve siyasî ikbâlim. Bak, ‘Andımız’ı kaldırdım; ama, sen şimdi varlığını benim varlığıma fedâ etmelisin. Aksi halde senin için ‘terör örgütünün uzantısı’ der, dururum. Kusura bakma, bu işler böyle...”
Dolaylı tehdit
Bu ülkede, şimdilik iktidara muhalif fikirde olan hemen herkes, bir şekilde baskı ve tehdit altında bulunuyor. Muhaliflere karşı, siyaset topuzu, demoklesin kılıcı, terör yaftası, paralelci damgası, maliyeci sopası, medyadaki tetikçiler ile badigardlar, her an için devreye girmeye hazır vaziyette tutuluyor.
Şayet, iman ile korku aynı yerde durabilseydi, bunlar aynı kalpte barınabilseydi, şüphesiz biz de bütün bunları yazamayacaktık.