Birinci Dünya Savaşının en kritik safhasında (Mayıs, 1915) yaşanan “Tehcir Hadisesi”nin öncesi ve sonrasındaki gelişmelere etraflıca ve hiçbir tesir altında kalmadan bakmanın şimdi tam zamanı.
Zira, bu elîm hâdisenin üzerinden tam tamına yüz yıllık bir süre geçti.
Öte yandan, bu mesele şimdilerde bütün sıcaklığıyla başta Türkiye ve Ermenistan olmak üzere, dünya ülkelerinin de gündemini işgal ediyor.
Kânun metnindeki ifadeler
Öncelikle, resmî adı "Sevk ve İskân Kànunu" olan, fakat daha çok “Tehcir Kànunu” olarak bilinen söz konusu kànun metnindeki ifadeleri Resmî Gazete sıfatıyla çıkan Takvim-i Vekayi'nin 1 Haziran 1915 tarihli nüshasından okuyalım.
Ana metnin hülâsası şudur: “Harp zamanında hükûmet icraatına karşı gelenler hakkında, sevk ve iskân hususunda alınacak, yahut tatbik edilecek tedbirler..."
Evet, ilgili kànunun ana metni budur; gerisi daha çok teknik detaylardan müteşekkil askerî, siyasî, iktisadî ve inzibatî tedbirlerin uzun uzadıya ifade edilmesinden ibarettir.
İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanıp gündeme getirilen “Tehcir Kànunu”—yeterince müzakere edilemeden—Miladî takvime göre 27 Mayıs 1915 tarihinde Osmanlı Meclis-i Mebûsânı’nda kabul edildi.
Talat Paşa faktörü
O tarihte, İçişleri Bakanı Talat Bey (Paşa) idi. Dolayısıyla, bu meselede birinci derecede irade ve inisiyatif sahibi de odur... Üç-dört makam işgal eden Talat Paşanın dinî, hukukî, vicdanî ve insanî noktalarda ciddî sâbıkaları var. Özetlemek gerekirse:
1) 1909’da kendisi Mason Locası Başkanıdır. Bu sıfatla, 31 Mart Vak’asını bahane ederek Meşrûtiyetin canına okumak üzere Yeşilköy’e gelen (23 Nisan) Selânik merkezli Hareket Ordusunun ayağına Meclis’i temsilen bir heyetin gönderilmesini teşvik etti. Böylelikle, Meclis’in itibarını düşürdü, millî iradeyi ayaklar altına sermiş oldu.
2) 27 Nisan’da (1909) Osmanlı Padişahı ve Halife-i Müslimîn sıfatını taşıyan Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesini kararın Meclis’ten çıkarttırdı ve hall kararının padişaha tebliği için yüz kızartıcı bir heyet teşkil ederek gönderdi.
3) Diğer bazı İttihatçıların, bilhassa Enver Beyin insanî cihetteki itirazına rağmen, “Tehcir Kànunu” kapsamı içine “Tedhişçiler”e (Taşnak-Hınçak vb.) ilâveten tamamen sivil-mâsum durumdaki Ermeni vatandaşları da fütûrsuzca dahil etti.
Halbuki, böylesi bir anlayış ve uygulamanın insanlıkla bir alâkası yoktur ve olamaz. (Aynen, günümüzde bile bazılarında bulunan “Teröristlerle Kürtleri bir tutmalı” zihniyet yapısında olduğu gibi...)
4) Talat Paşa’nın Sadrazamlığı (1917-18) esnasında, Osmanlı, bütün cephe savaşlarını kaybetti.
Tedbir alma zarureti
Osmanlı Hükûmetinin 1915 yılı başlarında Kafkas Cephesinde yaşananlarla ilgili olarak ciddî bazı tedbirleri alması gerekliydi, zaruriydi, kaçınılmazdı...
Zira, başta Sarıkamış olmak üzere Erzurum, Ağrı ve çevresinde yaşanan kanlı fâciaların hemen ardından, Mayıs 1915'te koca Van şehri düştü; burası Rus kuvvetleri ile Ermeni çetecilerin eline geçti.
Dahası, fırsat bulup şehirden kaçamayan Müslüman nüfusun hemen tamamı vurularak, yahut sandallarla açığa taşındıktan sonra denize (Van Gölüne) atılarak katledildi.
Peşpeşe gelen fâciaların, Osmanlı için “bölgede var olma-yok olma” vaziyetine büründüğü o dehşet günlerinde, Ruslar, Van'ın idaresi bir Ermeni mutasarrıfa devrettiler.
Beterin beteri durumunu arz eden gelişme ise şu oldu: Van’ı işgal eden müttefik Rus-Ermeni kuvvetleri, hiç hız kesmeyerek, kan döke döke, dahası katliâm yapa yapa Muş ve Bitlis vilâyetleri istikametinde ilerlemeye devam etti.
İşte, tam da bu esnada Osmanlı Meclisi'nden "Tehcir Kànunu" çıktı.
1915 Mayıs ayı sonlarında çıkan bu kànun, Haziran ayı başında resmî gazetede yayınlandıktan sonra tatbik sahasına konuldu.
İki taraftan da büyük telefatın vukua geldiği ve geçen yüz yıl boyunca kapanmayacak yaraların açıldığı elîm hadiseler zinciri, işte bu tarihten itibaren yaşanmaya başlandı.
Kànun metninde görüldüğü gibi, Ermenilerin veya başka kimselerin vurulması, öldürülmesi, yahut tehcir edilmesi gibi ifadeler yer almıyor.
Ne var ki, kâğıt üzerindeki ifadeler ile yapılan tatbikat arasındaki farklar dağlar mesabesinde görünüyor. Bunun temel sebebi, mâsumlarla cânilerin birbirinden âdeta hiç tefrik edilmeden aynı netâmeli, şaibeli politikanın hedefi haline getirilmesidir.
Bu maskeli, kamufleli politikanın patentinin “Darbeci, cuntacı müstebit Selânikliler”e ait olduğunu da ayrıca belirtmiş olalım.
(Devamı var)
***
@salihoglulatif: Talat Paşa’nın başkanlığı altındaki İttihatçı Meclis, terör estiren Ermeni tedhişçiler ile “millet-i sâdıka” unvanını alan mâsum Ermenileri tefrik etmeksizin Tehciri kabul etti.
***
Tehcir Kânunu metninin yer aldığı 1 Haziran 1915 tarihli Takvim-i Vekayi