Bir yerde yapılan hizmetin ne durumda olduğunu, nasıl bir seyir takip ettiğini, nereye doğru gittiğini, özellikle iki göstergeye bakarak tahmin etmek mümkün.
Birincisi: O hizmetin içinde yaşlıların, yani büyüklerin tecrübesi, bilgisi, birikimi var mı, yok mu; varsa şayet, bunun ne ölçüde olduğuna bakılır?
İkincisi: Gençlerin enerjisinden ne kadar istifade edildiği, yapılan hizmete gençlerin ne ölçüde iştirak ettiği/ettirildiği noktasına bakılır.
Bu konuda, sorumluluğun büyüğü büyüklere düşüyor.
Çünkü, onlar gün görmüş, acısı-tatlısıyla yığın yığın tecrübe yaşamış, aynı şekilde çocukluk-gençlik kademelerinden geçmiş insanlar.
Gençleri hizmete teşvik etmenin, onları kazanmanın yolunu-yordamını daha iyi bilirler.
Zira, vaktiyle kendileri de aynı kademelerden geçmiş, aynı gençlik hissiyatını yaşamış, aynı beklentilerin içine girmiştir.
Gençler ise, bu noktalarda henüz tecrübesiz sayılır. Dolayısıyla, büyüklerden gördüklerini yaşar ve gelecek nesillere aktarmaya çalışırlar.
Burada gençlere düşen, bilhassa büyüklere hürmetkâr davranmak. Hürmette kusur etmemek ve onlarla birlikte çalışmayı kabullenmek.
Zira, ancak böylesi bir müştereklik ruh ve gayreti içinde yapılacak hizmetlerden emin olunabilir. Başka türlüsü asla güven vermiyor ve güvenilmez. Dahası, nankörlük, vefasızlık başını alıp gider ki, bununla da bir yere varılamaz.
Aynı şekilde, büyüklerin de gençlere yardımcı olması, hizmette onların önünü açması, tıpkı bünyeye taze kan aldırır gibi onları umumî hizmetlere iştirak ettirmesi kaçınılmazdır. Hatta, mutlak bir zarûrettir.
Aksi halde, geleceğimizden emin olamayız. Teselli bulamayız. İstikbâle şevkle, ümitle bakamayız. Hatta, yaptığımız mevcut hizmetlerden bile hakkıyla zevk alamayız.
Çünkü, gelen insan olduğu yerde durmuyor; zamanla yaşlanıp gidiyor. Gidenin yerine ise, yenilerinin ikame edilmesi gerekiyor. Hem de, fazlasıyla ve fark atarak...
Başka türlü nasıl olabilir ki?
* * *
Bütün mesele, birbirimizi anlamaktan geçiyor. Birbirine karşı anlayışlı davranmaktan, yaşına-başına, hizmet ve gayretine mukabil, karşılıklı hürmet ve muhabbet göstermekten geçiyor.
Keza, birbirinin hizmetine tebrik ve takdirle mukabele etmek, gıyabında kardeşine duâlarda bulunmak da, yapılan makbul hizmetlerin olmazları, vazgeçilmezleri cümlesinden sayılır.
* * *
Şunu da asla hatırdan çıkarmamalı ki: Günümüz gençliği, tahminlerimizi dahi zorlayan türlü sıkıntılarla karşı karşıyadır. Bu sıkıntıların çoğu gizli ve mânevîdir. Bunlar, iç dünyalarında sarsıcı çalkantılara sebebiyet veriyor. Yer yer ciddî ruhî bunalımlara yol açıyor.
Bu gençlik enerjisi ve dinamik potansiyeli, müsbet ve meşrû hedeflere, maksatlara doğru kanalize edilmesi gerekiyor. Aksi halde, bunalımlar, patlamalar, kopuşlar kaçınılmaz bir hale geliyor.
Bilhassa “şefkat mesleği”nde gidenlerin, son derece hassas ve kritik olan bu durumu dikkate alması ve gereken tedbirleri deruhte etmesi gerekiyor.
Gençlerin, şayet bazı hata ve kusurları varsa da, bunlara takılmadan, asla büyütmeden ve idare edilebilecek kısmını belki hiç görmeden, yani onları olduğu gibi kabul ederek, yürüyen hizmetlere iştirak ettirmeye itina ile gayret göstermeli.
Bu şekilde davranılmadığı takdirde, onları ve özellikle gelecek nesli çok daha büyük tehlikelerin beklediğini asla hatırdan çıkarmamalıyız.
GÜNÜN TARİHİ
Diyojen mizâh dergisi
Osmanlı Türkçesi ile çıkan ilk mizah dergisi Diyojen, 24 Kasım 1870’de yayın hayatına başladı.
1873’e kadar aralıklı şekilde çıkarılabilen bu dergide, başta Namık Kemâl ve Ebuzziya Tevfik olmak üzere, bazı meşhur ediplerin fıkra ve sair mizahî türden yazıları neşrediliyordu.
Derginin logosunda, sürekli olarak meşhûr Yunan filozofu Diyojen’in bir karikatürü yer alır.
Karikatürde, Büyük İskender ile Diyojen’in bir arada resimleri tasvir edilmiş. Karikatürün altında ise, Diyojen’e ait olduğu varsayılan şu söze her sayıda yer verilir: “Gölge etme, başka ihsan istemem.”
@salihoglulatif: Kürt seçmenin ekseriyetle HDP’ye oy vermiş-veriyor olması, PKK’nın her dediğine uyduğu/uyacağı anlamına gelmez. Örgüt, var gücüyle halkı sokağa dökmeye, güvenlik birimleriyle karşı karşıya getirmeye, hatta mümkünse ayaklandırmaya çalışıyor. Ancak, bu işte muvaffak olamıyor ve plânları akim kalıyor.