Geçen Perşembe günü (24 Eylül 2015) bir tv programında Üstad Bediüzzaman’a öyle alçakça bir iftira atıldı ki, şimdiye kadar böylesi bir kara çalmaya ne insî, ne de cinnî şeytanlar teşebbüs edebilmiş.
“Tv arşivi”nden sizin de bulup dinleyebileceğiniz bu programda konuşulanları dinlerken, cidden hayretler içinde kaldım.
Zira, “dost ve dindar aydınlar” diye bilinen kimseler, söz birliği içinde ve adeta şeytanın avukatlığına soyunmuşcasına Bediüzzaman Hazretlerinin mânevî şahsiyetine yalan ve iftira taşlarını fırlatıp durdular.
Söylenenler hakkında herhangi bir tashih veya düzeltme cihetine de gitmediler. O sunturlu yalanlarıyla birlikte arşivlenip kayda geçmiş oldular.
1908-9 yıllarına dair iftira şudur: “O dönemde Kürtlerin önderi konumundaki Said Nursî, kapı kapı dolaşarak Kürtleri Sultan Abdülhamid’in aleyhine kışkırtmış.”
Kaynağı, belgesi, delili, ispatı kendinden menkul olan bu yalanı bir akademisyenin ağzından dinlerken, birden aklıma 2005 tarihli Millî Güvenlik Siyaset Belgesi geldi.
Bilindiği gibi, 25 Ağustos 2004 tarihli MGK’ya dayanan bu belgede, Risâle-i Nur hareketiyle, bir “eylem plânı” dahilinde “etkin mücadele” yapılmasının gerekliliği yer alıyor.
İşte, o tarihten bu yana, yani 10 yıllık süre içinde Üstad Bediüzzaman’a, Nur Risâlelerine ve bu hareketin tavizsiz fedâilerine ayrı bir cepheden saldırılar yapıla geldi.
Bu cephede, dinsizlerden çok dindar etiketli kimseler görünüyor. İslâm düşmanlarından ziyade, sözde İslâm savunucuları yer alıyor. Cahil-cühelâ takımından ziyade, güyâ dinî sahada uzman-akademisyen kimseler vitrine çıkarılıyor.
İşte, bahsini ettiğimiz bu tv programında da, aynı tabloyu görmek mümkün, ne yazık ki...
* * *
Tv kanalının ismi: Kanal A
Programın ismi: Tarih ve İrfan
Programı hazırlayıp sunan: Sadık Yalsızuçanlar ve Tuğba Dalkılıç
Konuk: Doç. Dr. Osman Fedayi
Bu programın ilgili bölümünde, Sultan II. Abdülhamid, hemen her yönüyle ve yüzde yüz kat’iyyetinde haklı gösteriliyor. Sultan’ın şahsiyetine veya siyasetine muhalif olanlar ise, tümüyle “yanlış yapanlar” kategorisine alınıp ona göre değerlendirmeye tabi tutuluyor.
Oysa, Said Nursî’yi ardniyetsiz olarak az-buçuk bilenlerin dahi mâlumudur ki, o zât, Sultan Abdülhamid’in şahsiyeti ile siyasetini birbirinden tamamen ayırarak meselelere bakmış ve Sultan’ın şahsına yönelik en ufak bir hakarette, yahut kötülemede bulunmamıştır.
Yani, Üstad Bediüzzaman’ın daima ve her dönemde “istibdat siyaseti”ne karşı geldiğini, Sultan Abdülhamid’in zâtını ise “veli derecesinde” gördüğünü insaf ile bakan, araştıran herkesin bildiği, bilmesi gereken önemli bir husustur.
Ama, bu dost aydınlar ise—üstelik birbiriyle de paslaşarak—Bediüzzaman Hazretleri hakkında idamla yargılandığı mahkemelerde dahi dillendirilmemiş olan türlü isnat ve iftiralarda bulunuyorlar. Ne diyelim, böyle dostlar düşman başına...
* * *
Aşağıda vereceğimiz link’i tıklayıp dinleyerek de göreceğiniz gibi, Üstad Bediüzzaman’ın karalanmaya çalışıldığı o programda, akla ziyan şu tarz ifadeler de yer alıyor:
“Sultan Abdülhamid’e karşı gelenler, İngilizlerle birlikte olup saldırdılar, dolayısıyla oyuna geldiler. Padişaha müstebid, Kızıl Sultan dediler.”
“Said Nursî, ‘Eski Said’ diyerek, eski dönemini pişmanlıkla andı.”
“Bir bilgiye göre... Nursî, 1960’ta ölmeden önce... Ankara’ya giderek, Osmanlı Hanedanından en yaşlısı ile gizlice görüşüp ‘Abdühamid’e karşı yanlış yaptım’ demiş ve onlardan helâllik dilemiş.”
Bir akademisyene hiç yakışmayacak tavıra bakın: “Bir bilgiye göre...”
Hangi bilgiye, hangi belgeye göre... Kadir Mısıroğlu’nun defalarca tekzip edilen yalan ve uydurmasından başka ne var bu konuda?
Yüzde yüz kat’iyyetinde bir iftira ile “Said Nursî, üniversite inşası için Sultan Reşad’dan 20 bin altın aldı; fakat, o parayı kendisi yedi” diyen Mısıroğlu’na kim inanır?
Besbelli ki, on yıldır sürüp giden bir “Said Nursî’yi karalama” çabası, hatta furyası var. Üstelik, bu günahı dindar kisveli kimselere yaptırıyorlar. Bazıları da, ya saflığından, ya da siyasî iktidara yaranmak adına işliyor, bu azim günahı.
Öte yandan, 1960 Mart’ında otomobiliyle Emirdağ’dan Urfa’ya doğru ölüm yolculuğuna çıkan Bediüzzaman Hazretleri, bu uzun yolu tam bir gizlilik hali içinde gitmiş ve Ankara’ya uğramış dahi değil. Beraberindeki talebeleri şahittir.
Keza, o hiçbir dönemde kışkırtıcı olmadı. Kendisine ve talebelerine alenen zulmeden tek partinin mutlak istibdat devri dahil, her dönemde ve daima yatıştırıcı bir rol üstlendi.
Velhasıl, hiç kimseden hediye, zekât, sadaka almayana, kimseden bir tane ekmek, bir yumurta, bir tas çorbayı dahi karşılıksız kabul etmeyen ve tam bir iktisad ile yaşayan Bediüzzaman Hazretlerine “devletin parasını yedi” iftirasını atan, inanıyoruz ki, dünyada dahi bu yaptığının cezasını mânen çekip öyle gidecek.
* * *
Adı geçen tv programında, Erdoğan’a Abdülhamid benzetmesi yapılıyor ve bugüne yönelik olarak da şu mesaj verilmek isteniyor: Erdoğan, Sultan Abdülhamid’in yolundan gidiyor. Bu iki şahsiyet birbirine benzediği gibi, onların muhalifleri ve düşmanları da birbirinin hemen hemen aynısı gibidir.
* * *
Programı hazırlayanlardan biri olan Sadık Yalsızuçanlar’ın tavrına da cidden hayret ettik. Bırakın Üstad Bediüzzaman’ın savunmayı, hatta olduğu gibi yansıtmayı, karşısındaki saldırgan adama adeta paslar vererek günahına bir cihette ortak oluyor. Kendileri, bir zamanlar “Elif gibi yapayalnız”dı. Keşke hep öyle kalsaydı da, sırtını topuzlu siyasetin vesayetine dayamış bir duruma düşmeseydi.
* * *
Söz konusu programı arşivden takip etmek isteyenler için link:
http://www.tvarsivi.com/kanala-26-09-2015-2598439y.html?p=2598443
***
@salihoglulatif: M. Ali Şahin "Suudîler, Hac organizasyonunu bize versinler" dedi. Peki, ya onlar da "Soma ile Ermenek’teki maden ocaklarının idaresini bize verin" deseler, cevabımız ne olacak?