Osmanlı tarihinin belki de en tartışmalı reform hareketi, işte bu "Tanzimât-ı Hayriye" vâkıasıdır.
Zira, fikir adamlarımızın bir kısmı bu hareketi şiddetle ve nefretle eleştirirken, bir kısmı da bu tarz bir düzenlemenin faydalı ve hatta kaçınılmaz olduğunu hep savuna geldi.
Bu noktada, doğrusu şöyle düşünmek de lâzım: Şayet Tanzimat olmasaydı, çok kritik bir eşikte yaşanan askerî, siyasî, diplomatik ve sosyal gelişmeler acaba nasıl bir seyir takip ederdi?
Araştırabildiğimiz kadarıyla, Tanzimat’a muhalefet edenler, bu ve benzeri suâllere pek de inandırıcı cevaplar getiremiyor.
Bizim bu noktadaki düşünce ve kanaatimiz ise şudur: Eğer o tarihlerde Tanzimat ilân edilmeseydi, genel durumun çok daha kötüye doğru gideceği kuvvetle muhtemeldir. Meselâ, çok daha erken bir inkıraz hali pekâlâ yaşanabilirdi.
Bir başka ifadeyle, Osmanlı'da Tanzimat ve benzeri reformları reddetmek, meselâ Cumhuriyet'in 27. senesinde (1950) demokrasiye geçişi reddetmek gibi bir mânasız bir bakış açısına tekabül ediyor.
Ne tuhaftır ki, ülkemizde hâlen de demokrasiyi reddeden ve 1950'den önceki "tek parti Cumhuriyeti"ni savunan, hatta o dönemin hasretini çekenler bile var. İşte, bu anlayışın sahipleri ne derece haklıysa, Tanzimat'a karşı gelenler de ancak o nisbette haklı olabilir.
* * *
Burada bir başka noktayı daha hatırlatarak, Tanzimat Fermânı’nın muhtevasına değinmeye çalışalım. O nokta da şudur:
Haylice uzun metinli bir resmî beyannâme olan Tanzimat Fermanı’nın hiçbir maddesinde, Osmanlı'nın dine, örfe, mukaddesata bağlılığından en ufak bir itiraz, yahut bir şikâyet bulunmuyor.
Tam tersine, mevcut hata ve ihmallerin "dinden uzaklaşmak" sebebiyle meydana geldiği hususu, gayet açık bir lisanla ifade ediliyor.
Ayrıca, gayrımüslimler için tanzim edilen yeni maddelerin dayanağı olarak, yine “dinî içtihatlar”ın esas alındığına önemle vurgu yapıyor.
Fermânın lisânı, mesajı
3 Kasım (1839) günü Gülhane Parkı’nda, başta Sultan Abdülmecid olmak üzere, umum devlet ricâli, yabancı devlet temsilcileri ve hayli kalabalık bir vatandaş kitlesinin huzurunda, tamamı 3 sayfa halinde kàğıda dökülmüş olan söz konusu Padişah Fermanı "Bismillahirrahmanirrahim. Tebârekeellezî biyedihi'l-mülk vehüve alâküll-i şey'in kadîr” diyerek başlıyor.
Fermanın Giriş bölümünde ise, Osmanlı Devleti’nin kayıtsız şartsız bağlı olduğu “Kur’ân’ın ahkâmı”na bilhassa vurgu yapılarak aynen şöyle devam edip gidiyor: "Cümleye ma'lûm olduğu üzere, Devlet-i Aliyyemizin bidâyet-i zuhûrundan beri ahkâm-ı celîle-i Kur'âniyye ve kavânîn-i şer'iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan, saltanat-ı seniyyemizin kuvvet ve bilcümle tebeasının refâh û ma'mûriyyeti rütbe-i gâyete vâsıl olmuş iken, ...ne şer’-i şerîfe ve ne kavânîn-i münîfeye inkıyâd ü imtisâl olunmamak hasebiyle (şeriatın hakikatine gevşeklik ile tam bağlanmadığımız için), evvelki kuvvet ve ma'mûriyyet bilâkis za'f û fakra mübeddel (mal) olmuş.”
* * *
İşte, Kur'ân'ın hükümlerine uygun şekilde hazırlandığı ifade edilen bu metnin hemen başlarında da hatırlatıldığı üzere, Tanzimat Fermanı’nda öne çıkan temel hususlar şunlardır: Can, mal, ırz, namus güvenliği, adâlette şeffaflık, vergide adalet, askerlikte eşitlik, rüşvetin ortadan kaldırılması, vesaire...
* * *
Tanzimat Fermanı’nın sonunda yer verilen önemli bir başka hatırlatmayı da iktibâsen aktarıp şimdilik noktayı koyalım.
Sondaki ifade şöyledir: “İş bu fermânımız, evvelâ İstanbul halkına ve bütün Osmanlı ülkesi halkına ilânen tebliğ olunacak. Ayrıca, sâir devletlerin de bundan sonraki icraatımıza şahit olmaları için, fermanımız, İstanbul'daki bilumum sefirlere (elçi-konsolos) resmen tebliğ edilecektir.”
* * *
Bazı tarihçilere göre "Tanzimat dönemi", 1839'dan I. Meşrûtiyetin ilânı olan 1876'ya kadar geçen 37 yıllık müddeti ihtiva ediyor.
Bazılarına göre ise, bu dönem 1856'daki Islâhat Fermanı’yla birlikte süresini tamamlamış bulunuyor.
Bize göre, bir arayış, reform, yenilik ve özellikle modernleşme (reorganizasyon) ihtiyacının ilk ve en önemli halkalarından biriydi Tanzimât. Aynı zincire, zamanla yeni halkalar takıldı; takılmaya devam ediliyor.
@salihoglulatif:
Bediüzzaman "Sırr-ı İnnâ Atayna’yı neşretmeyin" ve "Bu sırr-ı mahremi fâşetmeyin” dediği halde, o risâleyi neşredenler, insafsız hücûmların yeniden depreşmesine sebebiyet verdiler.