GÜNÜN TARİHİ 30 Mayıs 1960
Yakın tarihte iki büyük devlet adamı: Sultan Abdül aziz Hân ve Namık Gedik Bey... Biri Padişah idi; 30 Mayıs 1876’da vahşice tahttan indirildi. Diğeri ise, Dahiliye Vekili, yani İçişleri Bakanıydı; 30 Mayıs 1960’ta gaddarca katledildi.
Farklı asırlarda ve farklı sistemlerde de olsa, çok büyük hizmetlerde bulunmuş olan bu iki mühim şahsiyetin benzerlik arz eden bazı yönleri var. Meselâ...
* Bu devlet adamlarının ikisi de birer askerî cuntanın marifetiyle iktidardan indirildi.
* Devrildikten 3-4 gün sonra, ikisi de benzer bir âkıbetle vefat ettiler. Yani, her ikisi de “intihar süsü” verilerek katledildiler.
* Vefat ettiklerinde, ikisi de 40’lı yaşların içinde bulunuyordu.
* İkisi de demokrasi denemesinin kurbanı oldu. Biri, 1868’de Şûrâ-yı Devlet’in kurucusu; diğeri 1950’de tek parti diktatöryasına son veren Demokrat Partinin önde geleni.
* İkisinin vefat tarihi de, ülkenin mukadderatında tarihî birer dönüm noktası teşkil ediyor.
Şimdi, sergüzeşt-i hayatları arasında bazı tevâfuklar bulunan bu iki mühim şahsiyeti biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
* * *
30 Mayıs 1876'da, Osmanlı tahtından silâh zoruyla indirilen Sultan Aziz, yapılan vahşiyâne muamele ve işkencelerle katledildi.
30 Mayıs 1960'ta ise, yine silâh zoruyla, ama bu kez Demokrasi tahtından indirilen İçişleri Bakanı Namık Gedik, insanlık dışı işkencelerle ölüm derecesine getirildikten sonra, baygın halde iken Ankara’daki Harp Okulu penceresinden aşağı atılarak katledildi.
Bugün itibariyle, Sultan Abdülaziz'in intihar etmediğine ve canice öldürüldüğüne inananların sayısı dünden fazla görünüyor.
Daha yakın tarihte vefat eden Namık Gedik'in durumu ise, tam tersine; yani, onun intihar ettiğine inananların sayısı daha fazla, ne yazık ki...
Bu tenakuzlu vaziyetin sebebi şudur: Sultan Abdülaziz vak'asının hem tarihi çok eskidir, hem de o vak'adan bir müddet sonra kurulan Yıldız Mahkemesi, ölüm hadisesinin intihar değil, cinayet olduğu yönünde bir karar verdi... Namık Gedik vak'ası ise, diğerine nisbeten yeni sayılmakla beraber, bu hadisenin iç yüzünü aydınlatmaya matuf herhangi bir dâvâ açılmış, bir mahkeme kurulmuş falan değil.
* * *
Bediüzzaman Hazretleri, İbrahim Sûresi’ndeki ilk âyetin sonunda geçen "İlâ sirati'l Azizi'l–Hamid" cümlesinin, Risâle-i Nur'la bir bağlantısının bulunduğu ve bilhassa asrımıza baktığı cihetle, Sultan Aziz ve Sultan Hamid devrinde yaşanan dehşetli hadiselerden haber verdiğini nazara veriyor. Bu tarihler (1876), aynı zamanda "Helâket ve felâket devri" olan Âhirzamanın da önemli bir faslını teşkil ediyor.
Bu arada, adına “demokrasi” de denilen “meşrûtiyet”in ilk ilânı 1876'da gerçekleşiyor.
Cumhuriyet devrinde vatan sathında kısmen de olsa çehresi görülen “demokrasi”nin kanlı bir darbe ile ilk kez hançerlenmesi, 1960 senesinde vuku buluyor.
Ki, bu darbenin yaklaşmakta olduğunu hisseden Üstad Bediüzzaman, Emirdağ'da iken neşrettiği bir mektubunda "Halkçıların ırkçılığı elde edip Demokratları devirmesi" ihtimalinden söz ederek, bundan dolayı "İslâmiyet nâmına telâş" ettiğini beyan ediyor. (Emirdağ Lâhikası, s. 387)
* * *
Meşrûtiyet ve demokrasinin Türkiye'deki seyri ile irtibatlı olan yukarıdaki dehşetli hadiseler, aynı zamanda Bediüzzaman Hazretleri’nin doğum ve ölüm tarihleriyle tam bir tevâfukat içinde görünüyor.
Üstad Bediüzzaman'ın talebelerinden "Üç Feyzi"den birincisi olan Ahmet Feyzi'nin "Maidetü'l-Kur'ân" isimli eserindeki (Kısmen, Tılsımlar mecmuasının âhirine derc edilmiş) tahlillerine göre, Hz. Üstad'ın velâdeti, tam da Sultan Abdülaziz'in katledildiği ve binnetice Sultan Abdülhamid'in tahta geçtiği devirde vuku bulmuş.
Namık Gedik ibrâ ediliyor
Efendim, Üstad Bediüzzaman'ın Urfa'da vefatı öncesinde ufak çaplı bir gerginlik yaşanıyor.
Emniyet yetkilileri, ölüm döşeğinde yatan Üstad Bediüzzaman’ın tekrar ikametgâhı olan Emirdağ’a dönmesini istiyor.
Ama, bu mânadaki baskı, sanki bizzat İçişleri Bakanı Namık Gedik’in emriyle uygulanmış gibi nazara verilmeye çalışıldı.
Bu uydurma bilginin kaynağı, ne yazık ki dost bir şahsiyet olan Eşref Edib'tir. Onun uydurmasına göre, güyâ Namık Gedik "Said Nursî derhal geldiği yere geri dönsün; ambulans yoksa, çöp arabasıyla da olsa oradan geri gönderilsin" demiştir.
Oysa, böyle bir durumun söz konusu bile olmadığını, Zübeyir Gündüzalp dahil, Hz. Üstad’ın hayattaki talebeleri ittifakla beyan ettiler.
Bediüzzaman Hazretleri de, koyu ve tarafgir bir Millet Partili olan Eşref Edib'le iman cihetiyle dost ve kardeş, ancak "siyaset noktasında değil" ifadesini kullanır. (Emirdağ Lâhikası, s. 281)
* * *
Ayrıca, görgü şahidi İskenderun DP İlçe Başkanı Edip Yangın’dan aldığımız bilgiler dahil olmak üzere, yaptığımız bütün araştırmalar, Namık Gedik'in intihar etmediği, aksine komaya girinceye kadar işkence gördüğü ve akabinde Harp Okulu’nun yüksek penceresinden aşağıya atılarak cinayete intihar süsü verildiği noktasını işaretliyor.
Bütün bunlar bir yana, "dindar Demokratlar"dan olan Namık Gedik'in "İslâmiyete ciddî taraftar" olduğunu, dolayısıyla Üstad Bediüzzaman'a karşı düşmanca bir fikir ve tavır içine girmeyeceğini gösteren en büyük delil ve hüccet, bize göre yine Bediüzzaman Hazretleri’nin kendi beyanlarıdır.
Bu bahsi, işte o kerâmetvâri beyân ile noktalamak istiyoruz.
Hz. Üstad'ın Namık Gedik, Adnan Menderes ve Tevfik İleri hakkındaki o mektubu şöyledir:
"Bismihi Subhanehu
"Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir ki: Hem Demokrata Ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risâle-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Bu ise, bu mesele için otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zatların hatırı için başka yere gitmedim."
(Bkz: Emirdağ Lâhikası, s. 449; Beyanat ve Tenvirler, s. 249)