Şu sıralar insanlarımıza lâf anlatmanın, söz dinletmenin en zor olduğu bir vetireden (süreçten) geçiyoruz.
Yara sıcak, acılar taze, tansiyon yüksek, gerginlik had safhada...
Bir hiç uğruna akıtılan mâsum kanların yurdun dört bir yanını sarıp sarmaladığı böylesi zamanlarda, söylediklerinizin çoğu boşa akıp gidiyor. Anlattıklarınız muhatabınıza tesir etmiyor.
Düşünceler sığlaşmış, fikirler basite indirgenmiş; insanlarımız, âdeta sloganik cümlelerin mengenesine sıkıştırılmış durumda.
Aynen, 31 Mart Vak’asındaki kaotik durum gibi, anarşi hali, kargaşa hali gibi... Kimseye doğru dürüst lâf anlatamıyor, dinletemiyorsunuz.
(Üstad Bediüzzaman, Rumî 31 Mart günü uzaktan gözlemiş olduğu söz konusu anarşi ve kargaşa hali karşısında, İstanbul şehir merkezinden uzaklaşarak önce Bakırköy taraflarına, ardından Anadolu’ya geçmek üzere trenle İzmit’e gidiyor.)
Çığırtkanlık yapanların, gerilimi tırmandıranların, ortalığı toza dumana katanların sayısı çok değil; lâkin gürültüleri çok fazla çıkıyor.
Kitleleri sağduyuya dâvet edenlerin, itidâl çağrısı yapanların sayısı şüphesiz çok daha fazla; fakat, inisiyatif kullanmada ve tesir icra etmede ciddî eksiklikler, yetersizlikler var.
Seçim yorgunu olan siyasî partiler, yeni bir erken seçim kampanyasının endişesi ve telâşı içindeler. Onların sağlıklı bir fikir üretmesi, güvenilir bir çıkış yolunu göstermesi de, özellikle bu sebepten dolayı müşkilleşmiş durumda.
İçtimaî havanın ağırlaştığı, tansiyonun tırmanışa geçtiği böylesi zamanlarda akla ilk gelen unsurlardan biri de Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Oradan ferâhlatıcı, güven verici, yahut teskin edici bir takım açıklamalar, davranışlar beklenir.
Ne var ki, o makam, söz konusu ürkütücü gerilimi yatıştırma, teskin etme yerine, adeta gerilimin tarafı olmuşcasına acip bir yönde istimal ediliyor.
İşte, güvenilir, sözü dinlenir devlet adamlığı noktasında kaht-ı ricâlin olduğu, gece karanlığının alabildiğine koyulaştığı şu zaman diliminde “çok lâftan ziyade, çok duâ”ya ihtaç olduğu kanaatini taşıyoruz. Tâ ki, beklenen ve ümit edilen fecr-i sâdık daha çabuk imdadımıza gelip yetişsin.
Çokça kararan şu gecelerin sabahı yakın olduğu/olacağı ümidi, duâsı ve niyâzıyla...
TARİHTE 11 Eylül
Sivas Kongresindeki sadâkat yemini
Yurdun hemen her tarafından gelen millî temsilcilerin iştirakiyle 4 Eylül günü (1919) toplanan Sivas Kongresi, 11 Eylül’de sona erdi. Sonuç bildirisi olarak da halka açık sûrette bir “Umumî Beyannâme” yayınlandı. Bu beyannâmenin en önemli maddelerinden iki tanesi şu meâldedir:
1- Millî vicdandan doğan cemiyetler birleştirilmiş olup, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismini almıştır. Kuvâ-yı Milliye ile müşterek çalışan bu cemiyet, her türlü parti/fırkacılık cereyanlarından, şahsî ihtiraslardan uzaktır. Bütün Müslüman vatandaşlar bu cemiyetin tabiî üyesidir.
2- Millet Meclisi teşkil olununcaya kadar, kongre kararları ile hükûmet idaresi 15 kişilik bir Temsil Heyeti tarafından yapılacak.
(Erzurum Kongresinde seçilen 9 kişiye Sivas Kongresinde seçilen 6 kişinin ilâve edilmesiyle, 15 kişilik Heyet-i Temsiliye teşkil edilmiş oldu. Bu heyet, Büyük Millet Meclisi kuruluncaya kadar, en büyük karar ve icra merciî sıfatıyla faaliyette bulundu.)
Halifeye sadakat yemini
Tarihçi ve gazeteci-yazar İsmail Hâmi Dânişmend, Sivas Kongresine İstanbul Delegesi olarak katılmıştı. Kongrenin ilk toplantısında yapılan oylamada, oybirliğiyle Divân-ı Riyaset Kâtipliğine (Sekreterya) seçildi.
Gerek Dânişmend’in notlarında ve gerekse daha başka araştırmacıların tesbitlerinde yer alan Sivas Kongresine ait bir “Sadâkat Yemini” metni vardır ki, bunu okuyunca, bizdeki resmî tarihin gerçek tarihten ne derece uzak ve yalan-yanlış şekilde öğretildiğini anlayabiliyoruz.
İşte, hem İslâmiyete, hem Hilâfet Makamına, hatta Saltanata bağlılık ve tam sahiplenmeyi ihtiva eden Sivas Kongresindeki o yemin metni: "Makam-ı Celil-i Hilâfet ve Saltanata, İslâmiyete, devlete, millete ve memlekete mânen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen, kongrenin müzakeresi ve devamı müddetince ihtirasat-i şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık emellerinden münezzeh bir azim ve imân ile çalışacağıma, ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyetinin ihyasına çalışmayacağıma, nâmusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah yemin ederek söz veriyorum." (Kaynak: Sivas Kongresi Tutanakları, Haz: Uluğ İğdemir, Ankara 1969)
NOT: Bu yemine ne ölçüde sâdık kalındığını ise, varın siz muhakeme edin.
@salihoglulatif: “Frengî İlleti” denilen Batı menşeli ırkçılık belâsı, bizde önce Türkçülüğü doğurdu; Kemalist Türkçülük, Kürtçülüğü tetikledi; o da terör vahşetini netice verdi.