"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Siyaset, yalan makinasına döndü

M. Latif SALİHOĞLU
30 Kasım 2015, Pazartesi
Aslında bir “idare etme sanatı” olan siyaset, özellikle 1909’daki 31 Mart Vak’asından itibaren bir “yalan” ve “sahtekârlık” mikrobuyla zehirli hale getirildi.

Bu tarihten yaklaşık bir sene sonra İstanbul’dan hareketle Şam’a kadar giden Üstad Bediüzzaman, buradaki Emeviye Camii’nde vermiş olduğu o meşhûr Hutbesinde, İslâm milletinin teşhis ettiği “İkinci Hastalığı”nı şu sözlerle dile getirdi: “Sıdkın (yani doğruluğun) hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi."

Rusya’daki esaret dönüşü geldiği İstanbul’da telif etmiş olduğu Lemaat isimli eserinde, yine benzer tariflerde bulunarak, konuya dair şu ifadeleri kullandı: “Lisân-ı siyasette lâfız, mânanın zıddıdır.”

Yani, bir siyasetçi, sırf siyaset hesabına konuşurken, aslında söyledikleri ile yaptıkları veya yapacakları birbirini tutmaz ve tutmuyor demektir.

Meselâ “Falanı sever, takdir ederim” dediğinde, aslında o kişi için hiç de iyi şeyler düşünmüyor demektir. Çünkü, doğru siyasete göre, kişi sevmediği ile de çalışmalı, çalışabilmeli. 

Zira, demokrasi, tek seslilik değil; hem çok sesliliktir, hem de farklı seslere, görüşlere tahammül edebilmeyi gerektirir.

Hafiften şiddetlisine

Siyasetteki yalancılık, her dönem aynı şekilde ve aynı dozajda olmaz. Dönemler itibariyle nisbî farklılıklar gösterir.

Siyasette, hükümette veya parti yapısı içinde, baştaki şahıs-lider ne kadar otoriter ve baskıcı ise, yönetim ekibi içinde yalancılık ve yağcılık da o nisbette yüksek olur.

Buna göre, Mutlakıyet (Sultan Abdülhamid) döneminde, istibdat gibi müdahanecilik (yalakalık, yağcılık, yaranmacılık) de “hafif” sayılırdı.

Özellikle Talat Paşanın ve tetikçi komitacıların hakimiyeti altına giren İttihat-Terakki hükümetleri döneminde, diktatörlükle paralel şekilde yalancılık da nisbeten daha “şiddetli” bir hal aldı.

Bir taraftan muhalifler vurularak katlediliyor, bir taraftan da “Büyük Turan” hayaliyle, genç Osmanlı nüfusu kan ve ölüm kusan cephelere sevk ediliyordu.

Meselâ, Birinci Dünya Savaşı boyunca, sansür tehdidi altındaki İstanbul gazeteleri, Kafkas Cephesindeki fecî durumu asla yansıtamadı. Dahası, tam tersi yönde yapılan hayalî propagandalarla, gençlerin millî duyguları ve macera arzuları kamçılanarak, perişaniyet içindeki cepheye adeta güle oynaya gitmeleri sağlandı.

Bu yönde yayınlanmış çok hatıra kitabı var. Hatıra yazanların istisnasız tamamı, özellikle Erzincan’dan itibaren görmüş oldukları fecî manzaranın tesiriyle çok büyük hayal kırıklığı yaşadığını ve gerçeği gördükten sonra, siyasî baskı altındaki gazetelerin gayet ustaca yalanlarla gençleri ve milleti aldattığını ifade ediyor.

Mutlak yalan ve istibdat

Yalancılığın da, diktatörlüğünde tavan yaptığı dönem, bizdeki Cumhuriyet’in ilk çeyrek asırlık yıllarıdır.

İşte bundan tam 90 sene evvel bugün, yani 30 Kasım 1925’te yaşananların kısacık bir listesi...

30 Kasım’da Millet Meclis'te olağanüstü bir gün daha yaşandı. 

O gün itibariyle çıkartılan kànunlar ve yapılan değişiklikler, adeta baş döndürücü bir hızla gelişti. Şöyle ki:

BİR: Beş gün önce (25 Kasım) "Şapka Kànunu"nu tasdik eden Meclis, bugün de sarık ve diğer dinî kıyafetlerin giyilmesini yasaklayan kànunu kabul etti.

İKİ: Meclis, yine aynı gün içinde, bilumum zikirhanelerin kapatılmasını ön gören kànunu kabul etti. Böylelikle "Allah, Allah..." diye zikir çekmek yasaklanmış oldu. Bu kànun metninde yer alan ifade şöyle: "Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına, türbedarlık ile bir takım unvanların men' ve ilgasına dair kànun..." (Bkz: Zabıt Ceridesi, XIX Cilt, s. 312)

ÜÇ: Ne gariptir ki, zikirhanelerin kapatılarak "Allah, Allah" demenin yasaklandığı aynı gün, Meclis kürsüsünün arkasındaki duvarın salona bakan cephesine “Hâkimiyet Milletindir” levhası asıldı.

Acayip: Zikirhanelerin kapatıldığı gün, “Hâkimiyet milletin” oluyor. Bu nasıl bir hâkimiyet anlayışı ise...

* * *

Tabiî, o devirde demokrasinin varlığından söz etmek kadar abes bir şey olamaz. Zira, muhalefeti temsil eden biricik parti TCF, bir takım bahanelerle keyfi bir sûrette kapatıldı. Ülke, tek partinin hegemonyası altına girdi. Demokrasiden, dolayısıyla milletin iradesinden de eser kalmadı.

Dahası, bu garabetli manzaranın tepesine de tutup "Hâkimiyet Milletindir" tabelâsı konduruluyor.

Aslında, bu aldatmacanın zımnında yatan mânâ şuydu: "Allah'ın hâkimiyetine–hâşâ, sümme hâşâ–son vermiş olduk."

İşte, yalan ve menfaat çarkı üzerinde dönen günümüz siyasetine dair birkaç anekdot ve düşündürücü birkaç nokta...

***

@salihoglulatif: 1 Kasım'daki seçim sandığından ne çıktı?

Vesayet mi, istikrar mı?

Galiba İSTİKRAR diyenler haklı: Gayet istikrarlı şekilde, hemen her gün ölüm, baskın, patlama, tutuklama...

* * *

Dünyevî pâyandalarla yükselerek caka satan, afra-tafra yapan, vezirlik-prenslik taslayan sünepeler, günün birinde rezil olmaktan kurtulamaz.

Okunma Sayısı: 2453
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı