Hafta sonu seyahatleri, bizim açımızdan hem yorucu, hem dinlendirici oluyor. Bir yandan vakit darlığı çekiyoruz, bir yandan da rûhen rahatlıyor, inşirâh buluyoruz.
Bu vaziyetteki seyahatlerimiz baş döndürücü bir sür’atle devam edip gidiyor. Yurdumuzun doğu ucundaki Erzurum’dan geldik, hemen ardından batı ucunda yer alan Kırklareli’ye gittik. Geçtiğimiz hafta sonu ise Bolu vilayetimizdeydik.
Okuyucularımız tarafından çokça sorulduğu için, netlik kazanmış bundan sonraki hafta sonu programlarımızı da kısaca sıralamaya çalışalım.
14 Mart: Bursa-İznik
21 Mart: Manisa-Akhisar
28 Mart: Erzincan
4 Nisan: Tokat
5 Nisan: Çorum
12 Nisan: Diyarbakır
17 Nisan: Kırşehir
18 Nisan: Aksaray
19 Nisan: Nevşehir
25 Nisan: Merzifon
26 Nisan: Samsun
1-2 Mayıs: Gaziantep
3 Mayıs: Malatya
(Arada fırsat bulursak, inşaallah Düsseldorf’un dâvetine icabet.)
Hayranlık uyandıran alâka
Erzurum seyahatinden kısaca bahsetmiştik. Orada bilhassa öğrenci kardeşlerimizden gördüğümüz yakın alâkanın bir benzerini Kırklareli ve Bolu’daki kardeşlerimizde aynen müşahade ettik.
Hepsi de takdire medar, tebrike şâyân bir merak, dikkat ve iştiyakla sunduğumuz ders, sohbet ve seminerleri baştan sona takip ettiler.
Gecenin geç saatlerine (bazan sabaha) kadar süren programlar esnasında öyle ilginç sorular sordular, öyle enteresan mevzuları açtılar ki, cidden takdir etmemek elde değil.
Samimiyetle ifade edelim ki, ilme meraklı, irfana iştiyaklı bu kardeşlerimiz, ciddiyet ve samimiyetleriyle bizim de ufkumuzun açılmasına, dağarcığımızın genişlemesine vesile oldular.
Onlarla konuştuğumuz mevzuların ağırlık kısmını Risâle-i Nur’da yer alan muhtelif bahisler arasındaki münasebet bağları, hikmetli sırların şerh ve izahı, ehl-i iman arasındaki muhabbet, uhuvvet, ittifak, imtizaç esasları ile aynı yörüngede seyreden aktüel konular teşkil ediyordu.
TEVAFUK
Asiye Hanımın getirdiği emanet cübbe
Bolu seyahatimiz esnasında tahdis-i şükür kabilinden tevâfuklu bir hatıra yaşadık. Bilvesile, bunu sizlerle paylaşmak istiyoruz. Ama, önce Üstad Bediüzzaman’a ait Kastamonu Lâhikasında geçen kerâmetli bir hatırayı okuyalım. Şöyle ki:
“...Yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn Hâlid Ziyâeddin, kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarıkla, pek garip bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum... HAŞİYE: Bu mübarek emaneti, Risâle-i Nur talebelerinden ve ahiret hemşirelerimizden Âsiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım.” (Age, s. 67)
* * *
Bolu’da yaptığımız sohbet esnasında, tamamen insiyakî bir şekilde şeâirden olan sarık sarmanın ulviyetinden, bilhassa “küçük bir medrese-i nuriye” hüviyetinde olan evimizde sarık-cübbe ile namaz kılmanın ehemmiyetinden bahsettik. Öğle vakti namazını kılmak için sohbete ara verdik. İşte, tam bu esnada muhtereme bir ablamız elinde beyaz bir bohça ile yanımıza yaklaştı. “Size bir şey göstermek istiyorum” diyerek bohçayı açmaya başladı. Biz de tahminen 30-40 kişi ile birlikte meraklı bakışlarla seyrediyoruz.
Bohçadan ne çıktı tahmin edersiniz? Bembeyaz bir sarık ile çağla yeşili bir cübbe...
Onun da ismi Asiye olan bu hanım ablamız bize aşağıdaki bilgileri verdi:
“Bu, Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin de son zamanlarında giymiş olduğu mübarek bir cübbedir. Bayram Yüksel Ağabeyde duruyordu. Bize ondan hatıra kaldı.
“1968’de vefat eden rahmetli beyim Kargı’lı Ahmet Birol marangozdu. 1962 senesinde Bayram Ağabey onu Ankara’ya çağırdı, Hacıbayram civarındaki meşhûr 27 No’lu dershanenin tamirat işlerini yapmasını istedi. Marangozluk işlerini o kadar beğendi ki, ‘Sen bunu hak ettin’ diyerek ona bu cübbeyi hediye etti.
“Yıllardır muhafaza ettiğimiz bu cübbeyi, sabah evden çıkarken yanıma aldım. Sizin görmeniz-giymeniz, bununla namaz kılmanız için getirdim.”
Biz de kendisine tebrik ve duâ ile mukabelede bulunarak cübbeyi giydik. Bu arada çocuklar da gelip bizimle bir hatıra fotoğrafı çektirdiler.