Yahudilerin İspanya'dan kovulmasını şart koşan “Elhamra Kararnâmesi”, 31 Temmuz 1492’de yetkili makamlarca imzalanarak yürürlüğe konuldu.
Bu kararnâmeye göre, İspanya’yı terk etmeyen Yahudiler yargılanacak ve ölüm dahil en ağır cezalara çarptırılacaktı.
Dünyanın muhtelif ülkelerinden sığınma talebinde bulunan ve gittikleri birçok yerde perişan olan Yahudilerin en kalabalık grubu, Sultan Bayezid-i Velinin müsaadesiyle gelip Osmanlı’nın Selânik şehrine yerleştiler.
Ne gariptir ki, asırlarca Osmanlı’nın altını oyarak Yeniçeri askerlerini isyana teşvik eden, darbeler yaptıran, Sultan ve Sadrâzamlarını katlettiren, hilâfeti kaldırtan ve sonunda Osmanoğullarını devirip hanedan mensuplarını hudut haricine çıkartan, yine aynı o sığınmacı Yahudilerin (Dönme-Sabetaycı) torunları oldu.
Şimdi, asırlar önce yaşanan ve etkileri günümüzde de devam edip giden Yahudilerle ilgili bu “zillet ve meskenet tokadı”nın tarihî seyrine kısaca bakalım.
* * *
Kendi ülkesindeki Yahudilerle anlaşmazlığa ve şiddetli geçimsizliğe düşen 1490'ların İspanya hükümeti, çareyi baskı ve ceza ile yıldırma yolunda buldu.
Yahudilere, önce dinlerini değiştirip Hıristiyanlığı kabul etmeleri istendi. Direnme gösterenlere şiddetli baskı uygulanmaya başlandı. Papazlar da hükümetin bu yöndeki tasarrufuna destek verince, iş büsbütün ciddileşti.
Engizisyon mahkemesine çıkarılan Yahudilere en ağır cezaların verilmesi, onları sıkıntılı bir ikilemle karşı karşıya getirdi. Bir kısmı yalandan da olsa Hıristiyanlığı kabul ederken, bir diğer kısmı ise her ne pahasına olursa olsun, din değiştirmeyeceğini ifade etti. (Tıpkı, bizdeki Sabetay Sevi Hadisesi’nde olduğu gibi.)
Din değiştirmeyenler, ağır cezalara çarptırılmaktan kurtulamadı. Din değiştirenlerin ise, zamanla "dönme" oldukları, takiyye yaptıkları anlaşılınca, bu kez ortaya daha farklı bir durum çıktı.
İspanya Kraliçesi İsabella, 31 Mart 1492 tarihinde bütün Yahudilerin—en geç 2 Ağustos'a kadar—ülkeden kovulmaları yönünde bir ferman yayınlattı.
Bu ferman, nüfusları 300 bini bulan Yahudiler için tarihin dönüm noktası oldu. Onları çok zor günler bekliyordu.
Çeşitli ülkelere yaptıkları müracaatların hiçbiri kabul edilmedi. Kapılar bir bir yüzlerine kapatıldı.
Sonunda, onların imdadına Osmanlı Padişahı Sultan II. Bayezid'in merhameti yetişti. Padişahın fermaniyle, Yahudiler, büyük gruplar halinde başta Selânik olmak üzere, İzmir ve İstanbul'a gelip yerleşmeye başladı. Uzun yıllar, zâhiren huzur içinde ve zararsız bir unsur olarak öylece yaşayageldiler.
Sapkın Dönmecilik
Osmanlı’ya sığınarak büyük şehirlere yerleşen Yahudiler, 1665 senesinde pek mühim bir vukuata karıştılar.
Sabetay Sevi (1626-1676) isimli ruhanî liderleri, o tarihte binlerce müridiyle ortaya çıktı ve kendinde bir "İlâhî güç" gördüğünü ilân etti.
Bununla da kalmadı, İzmir'den hareketle İstanbul üzerine yürüyüşe geçti. Hükümet merkezine gelecek ve devleti ele geçirecekti.
Bunda yanıldığını, derdest edilip mahkemeye sevk edilince anladı.
Sabetay Sevi'nin cezası idamdı. Ancak, ona Müslümanlığı kabul etmesi halinde affedileceği söylendi. O da—can korkusu sebebiyle—hiç tereddüt etmeden İslâm dinini kabul ettiğini ve "Mehmet Aziz" ismini aldığını söyledi.
Esasında bu bir takıyye idi. Kendisi ve binlerce müridi sadece "dönme" olmuştu. Müritlerinin çoğu ise, yalandan da olsa Müslümanlığı kabul etmeyeceklerini ifade ile onunla yollarını ayırmış oldular.
Nüfusunun çoğunluğu Selânik'te yaşayan Yahudiler, dönme olsun olmasın, gizliden gizliye Osmanlı'nın kuyusunu kazmada, kendilerine merhamet eden bu mümtaz hanedana ihanet etmede anlaşmış, adeta söz birliğine varmış gibiydiler. Nitekim, ilk fırsatta Osmanlı'yı vurmaktan, sırtından hançerlemekten geri durmadılar.
Özellikle 1807’den itibaren, Osmanlı’da yaşanan isyanların, darbelerin, provokatif eylemlerin, 31 Mart gibi karanlık hadiselerin arkasında hep bu “marazî damar” var. Hatta, Hilâfeti lağvederek Saltanat mensuplarının tamamını sınırdışı eden, yine aynı gizli damar ve aynı sinsî cereyanın mensuplarıdır.
Sözün özü: Çok acip bir tecelli ki, Osmanlı’nın merhametine sığınan Yahudiler, sonunda tam bir maraza dönüşerek Osmanlı’nın sonunu getirdi ve onu tarihe gömmeyi başardı. Katmerli acı ise, bu nankörlüğü yapan hainlerin “kahraman” olarak görülüp alkışlanmasıdır ki, vâesefâ...