Bu hafta başında Hakk’ın rahmetine kavuşan Selim Gündüzalp (Hüseyin Şengörür), 2013 Eylül’ünde bize “Güneş yüzlü adam” başlıklı bir yazı gönderdi.
Bu yazıyı, Eylül 2010’da vefat eden Geyve’li merhum İsmail Hakkı Demir’in vefat yıldönümü vesilesiyle yazıp göndermişti.
Garip bir tevâfuk eseri olarak, İsmail Hakkı Ağabey gibi Hüseyin Ağabeyin kendisi de dört yıl sonra yine bir Eylül ayında vefat etti.
Bilvesile, o yazıyı her iki merhumun da hatırasına ithafen yeniden neşrediyoruz.
Orada biri var; ya da “Güneş yüzlü adam”
Beldeler insanlarla seviliyor ve hatırlanıyor: "Mekânın şerefi içindekindendir" diye boşuna söylenmemiş.
Gençlik yıllarımızın en hareketli günlerinde tanıştık, sevdik ve ısındık birbirimize...
Öyle bir belde ki, mübarek Geyve ve insanı; Osmanlı'nın buraları niye mekân ve mesken tutup yerleştiğinin hikmetini, onları yakından tanıyınca çok daha iyi anlıyorsunuz.
Güven veren halleri vardır. Ve kendine mahsus o yumuşak dilleri, ruha dokunan sözleri, sohbetleri vardır. Güzel hasletleri saymakla bitmez, unutulmaz Geyvelilerin...
Kendi evinize girer gibi girersiniz bu beldeye ve hiç yabancılık çekmezsiniz. Sanki orada doğmuş, orada bir ömür yaşamış gibi hissedersiniz kendinizi. Bu, her yere nasip olmayan bir nimet ve saadettir...
Geyve, bunun için müstesna bir yere sahiptir hayatımda...
İsterseniz, bu beldede yetişen nimetlere şöyle bir bakın ve biraz da bu yolla bir bağ kurmaya ve tanımaya çalışın oranın insanlarını.
* * *
Bu bereketli topraklara Rabbim, her mevsim meyvelerin en güzelini nasip etmiş: İlkbaharda erikleriyle, kirazlarıyla, dutlarıyla yazın ise, türlü türlü şeftalileriyle, üzümleriyle ve incirleriyle, hele yaza vedâ ederken o so(m) baharda o sulu ayvalarıyla... ve kışa girerken insanın yüzünü güldüren ve içini ısıtan gökkuşağı gibi renkli ve çeşitli elmalarıyla...
İşte, o güneş yüzlü insanı ben böyle tanıdım...
Bazı yerler ve insanlar vardır ki, doğuştan oralısınızdır ve doğuştan onlarla berabersinizdir sanki...
Hiç yabancı bilmedik birbirimizi...
Ağabeyden daha öteydi benim için, bir baba gibiydi adeta...
* * *
Adapazarı'nda ilk belde derslerimiz, sanırım Geyve'de başladı...
Sülün Osman Abinin Geyve sorumlusu olarak büyük fedakârlıklarla omuzladığı o günler, şüphesiz hayatımızın hizmet adına ilk adımları ve ilk neşesiydi... Bu hizmet öylesine feyizli ve bereketli bir şey ki; ne verirsen onu alırsın...
Hem de bir değil, bin misliyle...
Hayatını veren, ebedî bir hayat alır; gençliğini veren, ebedî bir gençlik kazanır. Kimseyi mahrum etmedi ve etmez bu hizmet...
* * *
Hele, bir emanet taka-tuka minibüsümüz vardı ki, sormayın... Bütün gençler doluşurduk içine... İçine dediğime bakmayın siz. İçi dışı gibiydi adeta... Eski kovboy filmlerindeki posta arabaları gibiydi. O kadar havalıydı ki mübarek, üşümemek için ya birbirimize sokulurduk, ya da kızılderililer gibi battaniyelere sarılırdık.
Marşlarla, ilâhilerle, duâlarla ve ezberden okuduğumuz risâlelerden pasajlarla ısınmaya çalışırdık... Hizmet aşkı ve şevki her acıyı bal eylerdi...
Rahmeti zahmette bilirdik... Nurlardan o dersi almıştık... Tek bir kardeşimiz bile varsa bir beldede, orada hemen dershaneler açılırdı...
Onu, orada yalnız bırakmazdık, hiç olmazsa ziyaretine giderdik...
Parolamız "Gitmediğimiz yer bizim değildir" şeklindeydi...
Netice için değil, rıza-yı İlâhî için giderdik... Huzur dolu bir kalple; aşkla gider ve şevkle dönerdik…
Doğruluğuna inandığımız bir meselede imkân nedir diye düşünmezdik. En büyük imkân, iman bilirdik; "Vazifemiz hizmettir" der giderdik.
O günler unutulacak günler değil. Buna delil, buna bürhan mı istersin, ey nefsim: Kalbimiz şahidimizdir... Evet, binler defa evet...
Dershaneye daha adım atar atmaz, o güneş yüzlü adamın tebessüm saçan çehresiyle karşılaşırdık ve birden kışımız bahara dönerdi. Açsak, gönül sofrası serilirdi önce. Sonra namazlar ve ardından dersler...
Bir küçük odada ve küçük bir sobanın çevresinde tam inanmış adamlar ve pek çok gençler.
Şimdi hepsi başka başka yerlerde, nice hayırlı hizmetlerin içindeler.
Hamurumuzda güneş yüzlü o ağabeyimizin mayasını unutamam ve unutamayız. Her daim duâyla ve hayırla yâd edip anarım kendisini...
Elhâsıl: 1970’li yılların ortalarında tanıştık, Geyveli İsmail Hakkı Ağabeyle. Aramızdaki samimî dostluk hiç eksilmedi; bilâkis, gittikçe daha da ziyadeleşip pekişti...
Sessiz sedasız, ama ruha işleyen ve ders veren hâli ile tam ihlâslı ve istikametli bir dâvâ adamıydı.
Selim Gündüzalp