Muhtelif sebeplerin tazyiki ile patlak veren I. Dünya Savaşının resmî başlangıç tarihi 28 Temmuz 1914 olarak kabul edilir.
Bu savaş için “bardağı taşıran son damla”, tam tamına bir ay evvel (28 .6.1914) Avusturya-Macaristan prensinin Saraybosna’da bir Sırp milliyetçi tarafından öldürülmesi hadisesidir.
Savaşı alevlendiren sebeplerin başında, ırkçılık mânasındaki katı milliyetçiliğin Avrupa’da revaç bularak hükümetleri etkisi altına alması gelir.
Savaşın büyümesinin şüphesiz başka sebep ve gerekçeleri de var; ancak, zehirli ırkçılık illeti, kan akıtmada, canları yakmada en itici, en tahrikkâr rolü oynamıştır: Avusturya, Macaristan ve Almanya, “üstün Germen ırkı” cephesinde yer alırken, Sırbistan Krallığı, Rusya, İngiltere, Fransa ise, Alman karşıtlığı sebebiyle “Slav ırkı”nı savunan tarafa destek vermeyi tercih ettiler.
* * *
Savaş, önce Avrupa devletleri arasında yaşandı ve adım adım kıt’anın hemen her tarafına yayıldı. Bilâhare ve özellikle gizli bir plânın neticesi olarak Osmanlı Devleti’nin de savaşa bulaştırılmasıyla, Avrupa Savaşı “Dünya Savaşı”na dönüştürülmüş oldu.
Avrupa’daki rakiplerine karşı kendi aslî gücüyle savaşan İngiltere, Osmanlı’ya karşı ise Afrika’dan Hindistan’a, Avustralya’dan Yeni Zelanda’ya kadar dünyanın her tarafındaki sömürge ve kolonilerinden asker toplayarak muhtelif cephelere sevketti.
* * *
Başlangıçta, Osmanlı Devleti’nin harbe girmesi söz konusu değildi. Esasen, savaşa girmesini gerektirecek zahirde herhangi bir sebep de görünmüyordu. Ne var ki, Osmanlı, adeta meçhul bir el tarafından, adeta bir emrivaki/defakto tarzında savaşın tam da ortasına çekilmiş oldu.
Önce Rusya ile karşı karşıya getirilen Osmanlı Devleti, hemen ardından İngiltere, Fransa, hatta 1915’te taraf değiştiren İtalya’nın boy hedefi haline getirilmiş bulundu. 1918 yılı sonlarına kadar devam eden Birinci Dünya Savaşı, netice itibariyle en büyük zararı Osmanlı’ya verdi. Topraklarının büyük bir kısmını kaybeden Osmanlı, ölüm, hastalık, sakatlık ve muhaceret zayiatı itibariyle yaklaşık 4 milyon kadar nüfus kaybı yaşadı.
* * *
Evet, zahirde hiçbir sebep ve gerekçe görünmediği halde, insan ve toprak kaybı itibariyle en ağır faturası Osmanlı’ya kesilen bu savaşın ismi, 1939’daki İkinci Dünya Harbi’ne kadar da sadece “Büyük Harb” veya “Harb-i Umumî” şeklinde zikrediliyordu. Bu tarihten, daha çok 1943’ten sonra, öncekine Birinci, sonrakine ise İkinci Dünya Harbi ismi verilmeye başlandı.
Tâ Kasım 1918'e kadar devam eden bu Avrupa merkezli Dünya Savaşı’nın sebep ve neticesi ile alâkalı olarak, bizzat kendisi de cephede savaşıp esir düşen Bediüzzaman Hazretleri şu veciz ifade ile tarif eder: “Sırp bir neferin Avusturya Veliahdına attığı bir tek gülle, eski (Birinci) Harb-i Umumîyi patlattırdı; otuz milyon nüfusun mahvına sebep oldu.” (Mektubat: 457)
Başlangıçta hiçbir cephede görünmeyen ve yer almayan Osmanlı Devleti, söz konusu Harb-i Umumî henüz senesini dahi doldurmadan, hemen bütün cephelerde bir ölüm-kalım mücadelesine tutuşmuş bulundu. Bunları da aşağıdaki şekilde özetlemek mümkün.
Kafkas Cephesi
Bu cephede, Osmanlı ile Rusya savaşıyordu. Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler de, savaşın kızışmasıyla birlikte Rusların safına geçti. Ermeni çeteciler, ateş gücü yüksek Rus ordusuna hem kılavuzluk yaptı, hem de sivil Müslüman halktan sayısız mâsumu katletti. Haliyle, Müslümanlar da yer yer misillemede bulundu. Osmanlı ordusunun en büyük kaybı, Sarıkamış'ta yaşandı. 1915'in başlarında yaşanan fevkalâde ağır kış şartları içinde cepheye giden askerlerden on binlercesi soğuk, açlık ve hastalıktan kırılarak şehit düştü.
Çanakkale Cephesi
Bu cephede, Osmanlı'nın karşısında bir "kuvvetler koalisyonu" vardı. Düşman kuvvetlerin başını ise, İngiltere ve Fransa çekiyordu. Ayrıca, İngiliz Ülkeler Topluluğu denilen Büyük Britanya Krallığı’na bağlı (çoğu sömürge durumundaki) devletlerden de sayıları yüz binleri aşan asker yığılmıştı, bu cepheye. Ne acıdır ki, bunların arasında Hindistan'dan getirtilmiş İslâm dinine mensup pekçok asker de vardı.
Çanakkale harbi, biri denizde, biri karada olmak üzere iki etapta ve iki merhalede yaşandı.
Galiçya Cephesi
Almanya, batıdan gelecek Fransız saldırılarına, Avusturya-Macaristan kuvvetleri ise, doğuda kalan Galiçya Cephesi’nde Rus saldırılarına mukabele edecekti. Ne var ki, Avusturya-Macaristan bu işi başaramadı. İlerleyen Rus kuvvetleri, Karpat Dağları’nın kuzey eteğine kadar gelip dayandı. Bunun üzerine, müttefiklerimiz, Osmanlı ordusundan yardım talebinde bulundu. Yardım talebi uygun görüldü ve anlaşma sağlandı... Yorgun da olsa, Çanakkale muharebelerinden zaferle çıkan 30 bin kadar Osmanlı askeri tren katarlarıyla cepheye sevk edildi. 1916 yılı Eylül'ünde bölgeye intikal eden Osmanlı kuvvetleriyle Rus kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar yaşandı. Mağlûbiyet kaçınılmaz oldu.
Irak Cephesi
Buradaki zengin petrol yataklarına gözünü diken İngiltere, 1914'ün Ekim ayında Bahreyn, Kasım ayında da Basra'yı işgal etti. Asker ve ateş gücü yüksek olan İngilizler, ayrıca Hindistan'dan sayıları yüz bini aşan silâhlı birlikler getirtti. Büyük bir kuvvetle taarruza geçen İngilizler, 11 Mart 1917'de Bağdat'ı işgal etti. Ardından Musul'a yöneldiler, ancak burayı harb ederek değil, maalesef Mondros Ateşkes Antlaşması’nı çiğnemek suretiyle hakimiyetleri altına aldılar.
Sîna-Filistin-Suriye Cephesi
Harbin başlamasıyla birlikte (1914-15) Mısır ve Süveyş Kanalı’nı kontrolleri altına alan İngiliz kuvvetleri, bir taraftan da Arap şeyhleri ve kabile reislerini de kendi taraflarına çekmeye çalıştılar. Buna mukabil, bu cephede Osmanlı ordularına kumandanlık yapan İttihatçılar, Arapları küstürmek için elinden geleni yaptı. Arap ileri gelenlerinden pekçok adamı çeşitli bahanelerle idam ettirdi...1917'de bölgede kurulan ve tavzif edilen Yıldırım Orduları da hiçbir varlık gösteremedi.