Kur’ân’ın malı olan Risâle-i Nur’a ve bu eserlerin müellifi Bediüzzaman Hazretleri’ne sataşanlar, onu karalamaya çalışanlar, insaftan, vicdandan yoksun kimselerdir.
Ahmaku’l-humeka gürûhundan olanları bahsimizden hariç tutuyoruz. Sözümüz zekilere, âlim ve akıllı diye geçinenlere...
* * *
Her nedense, 2004-2005’ten sonra Bediüzzaman Said Nursî’ye düşmanlık edenlerin başını hoca kılıklı, dindar görünümlü karanlık adamlar çekmeye başladı.
Bu tarihlere kadar, daha çok dinsiz, zındık, zalim-münafık tiplerin yapmış olduğu harbî düşmanlık, o tarihten itibaren, âlim-hoca kisveli kişi ve grupların sinsî düşmanlığına terk-i mevki eyledi.
Bu halin ve bu değişimin şüphesiz çok önemli sebepleri olmalı. Gelişmelerin arkaplânında, çok ciddî bir taktik oyunu devreye sokulmuş olmalı.
Yoksa, samimî bir dindar, vicdanlı bir Müslüman, bütün hayatını iman hizmeti yolunda sarf etmiş Üstad Bediüzzaman gibi, ömrü sürgünde, gurbette, hapiste, zindanda geçmiş bir zata düşmanlık etmez, edemez.
Dahası “Seksen küsûr senelik hayatımda, dünya zevki nâmına bir şey bilmiyorum” diyen bir âhiret yolcusuna düşmanlık eden kimselerin insafı kurumuş, vicdanı çürümüş demektir.
Böyleleri ise, şüphe yok ki, başka karanlık odakların aleti, maşası, piyonu durumuna düşmüşlerdir.
Ne diyelim, Allah intibah versin ve ıslâh eylesin.
* * *
Üstad Bediüzzaman’a yapılan düşmanlığın, her fırsatı ganimet bilerek ona sataşanların, zeki de olsa, insaftan, vicdandan yoksun olduklarının bir başka izâhını aşağıdaki şekilde yapmak mümkün:
1) Bediüzzaman Hazretleri, vefat edeli 57 sene oldu.
O hoca kisveli piyonlara, yıllar önce vefat etmiş başka şahısları sorsanız, size hemen şu karşılığı verirler: “Ölenin arkasından konuşulmaz. Dinimizin emridir. O kimsenin iyiliğinden bahsedelim...”
Ama, söz konusu şahsiyet Üstad Bediüzzaman olunca, ağzına geleni söylemekten çekinmezler. Hatta, şeytanın bile aklına gelmeyen şeyleri sıralama bedbahtlığına düşerler... İşte, böylelerinin elbette insafı gitmiş, vicdanı satılmış demektir.
2) Said Nursî hayatta iken, din düşmanları onu hiç rahat bırakmadı: Mahkemeler, sürgünler, hapisler, zindanlar onun meskeni oldu. Diyâdan diyâra gönderildi, mahkemeden mahkemeye sürüklendi.
Ama, o buna rağmen isyan etmedi, şekvâda bulunmadı; daima sabır içinde şükretmeye devam etti.
Kezâ, intikam peşinde koşmadı, rövanşist davranmadı, herkese şahsî hakkını helâl etti; öyle gitti.
3) Bediüzzaman Hazretleri, düşünün ki, kabrinde dahi rahat bırakılmadı. Mezarı parçalandı; cesedi bir meçhûle gönderildi.
İşte ey insafsız vicdansızlar! Dünya hayatında olduğu gibi Berzah hayatı olan mezarında bile rahat bırakılmayan bu mübarek zâttan siz ne istiyorsunuz? Siz de hiç mi insanlık kalmadı? Neden onun bu çektiklerine ve bilhassa vefatından sonra başına gelenlere hiç temas etmeden konuşur, bol keseden atıp tutmaya yeltenirsiniz?
Sizin bu yaptığınızın dünyada bir benzeri var mı? Haydi, varsa gösteriniz bakalım...
4) Bakın, o garip ve mazlûm zât, dünya nâmına hiçbir şey istemedi. Ama, gerek dünyalılar ve gerekse dünya ehline aldanan bazı hocalar ona hep bir düşman gözüyle baktı, durdu.
Hatta, öyle zaman oldu ki, o zâttan geriye kalan hatıralarına dahi tahammül edilmedi. Meselâ, zaman zaman üzerine çıkıp tefekkür ettiği ağaçlar bile gizlice kesilerek, hatıraları bile yok edilmeye çalışıldı.
Eğer hakikaten sizde insaf-vicdan denilen cevherin kırıntısı dahi kalmış olsaydı, hiç olmazsa bu tür zulümkârlıklar hakkında bir şeyler söylerdiniz. Lâkin, nerede...
* * *
Hülâsa-i kelâm...
Üstad Bediüzzaman'ın vefatı üzerinden bunca sene geçtikten sonra, hem ona, hem eserlerine ve talebelerine karşı, özellikle 2004’ten bir başka düşman tipi türedi veya türetildi: Dindar görünümlü saldırganlar...
Bu tipler, harikaten çok nâmertçe saldırılarda bulunuyorlar. Ki, görünce insan hayretler içinde kalıyor: “Bir dindar, bir âlim veya hoca böyle olmaz, olamaz” diyerekten...
Evet, bu tipler, cidden nâmert saldırganlar kategorisine girer... Acaba, 50-60 sene evvel vefat etmiş bir muhterem zâta karşı, sırf dünyalılara yaranmak için takındıkları saldırganca tavır, nâmertçe değil de nedir? İnsafsızca, vicdansızca değil de nedir?
Sırf rızâ-i İlâhî’den başka bir gayesi, hedefi, makasıdı olmayan, hele vefât etmiş durumdaki bir zâta saldırmanın, hem dünyada, hem ukbâda bir karşılığının olduğuna, olacağına inanıyoruz.
***
@salihoglulatif:
Geçmiş devirlerde düşmanlık “mü’min ile kâfir arasında” idi. Âhirzamanın bir özelliği, en çetin düşmanlığın “mü’min ile mü’min arasında” olması...