Gerek yurt içinde ve gerekse sınır ötesinde yaşanan kanlı şiddet olayları, haliyle pekçok insanımızı tedirgin ediyor.
Yekûn tutan endişelerin temerküz ettiği nokta şudur: Acaba, ülkemizde bir iç savaş çıkar mı? Acaba Türkiye; Irak, Suriye, İran, ya da bir başka komşu devletle savaşa tutuşur mu?
Hiç hafife alınmaması gereken bu tür endişeler, yakın geçmişte de zaman zaman gündemin ilk sıralarında yer aldı. Zira, kızıştırılan ve tartışma gündeminin ilk sıralarına taşınan bazı konular vardır ki, cidden savaşa sebebiyet verecek riskleri içinde barındırıyor. Dinî / mezhebî ve etnik merkezli olarak halen Suriye’de, Irak’ta yaşandığı gibi.
Türkiye’nin durumu ise, diğer bütün ülkelerden bazı farklılıklar arz ediyor: Allah muhafaza, şayet karışırsa—Bediüzzaman Hazretlerinin de işaret ettiği gibi—Mısır ve Suriye’den çok daha beter şekilde karışır. Kargaşayı ve iç çatışmayı durdurmaya da kimsenin gücü yetmez. Tehlike potansiyeli o derece yüksektir.
Lâkin, Türkiye’de Kur’ân’ın malı ve hakiki bir tefsiri olan Risâle-i Nur var. İttihad-ı İslâma kemâl-i şuur ile çalışan ve “müsbet hareket” metoduyla hizmet eden Nur Talebeleri var. Bu mukavemetli seddi de, şimdiye kadar kimse yıkamadı, biiznillah bundan sonra da yıkamaz.
Nitekim, Risâle-i Nur ve talebeleri, Anadolu’nun bağrına yerleştiğinden ve kök saldığından (1926...) bu yana, Türkiye’de iç savaş yaşanmadığı gibi, harp belâsına da hiç mâruz kalınmadı.
Oysa, son 90 yıllık zaman zarfında komşu veya çevremizdeki ülkelerden dahilî yahut haricî savaşa sahne olmayan bir ülke yoktur ve gösterilemez.
Netice itibariyle, bu meselede müsterih olmalıyız. Hata ve günahlarımız sebebiyle birtakım sıkıntılar, sancılanmalar yaşasak da, Anadolu’nun meydan-ı harp olmayacağına emin olabiliriz. Tam mutmain olmak isteyenlere Kastamonu Lâhikasındaki “Karadağın Bir Meyvesi” başlıklı mektubu okumalarını tavsiye ederiz.
TARİHTE 14 Eylül
İlk Meclis, dindar ağırlıklıydı
İstanbul’un İngiltere ve müttefikleri tarafından 16 Mart’ta (1920) kanlı baskınlarla fiilen işgal edilmesi üzerine, son Osmanlı Meclis-i Mebûsânı’ndaki vekiller sür’atle İstanbul’u terk etmeye başladılar. Bu mebusların çoğu Anadolu’ya geçerek Ankara’da toplandılar.
O tarihte, Anadolu hükümetini Erzurum ve Sivas Kongrelerinde seçilmiş 15 kişilik bir Heyet-i Temsiliye temsil ediyordu.
23 Nisan Cuma günü Ankara’da açılan Osmanlı’nın son, yeni Türkiye’nin ilk Millet Meclisi, ekseriyet itibariyle dindar mebuslardan müteşekkil idi.
Öyle ki, bu Meclis, sadece Ankara ve İstanbul’da değil, yurt genelinde işret ve müskiratın, yani içki içilmesi ve içkili âlem yapılmasının yasaklandığına dair tesirli kànunlar çıkarabiliyordu. (14 Eylül 1920)
İşte, II. Meclisin sonradan kaldırdığı “Men-i Müskirât Kànunu” ile ilgili olarak o dönemde yaşanan gelişmelerin kısacık bir seyri.
Ali Şükrü Bey'in gayretleri
Yeşilay'ın kurulduğu tarihte (5 Mart 1920) İstanbul'da bulunan Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, bu hayırlı kuruluşa büyük destek verir.
16 Mart'taki kanlı işgalin ardından, diğer arkadaşları gibi o da Ankara'ya gider ve burada yeni teşkil olunan Millet Meclisinde de Yeşilay’a olan desteğini aynen sürdürür.
Nitekim, gider gitmez içki ve işret gibi haramların ülke genelinde yasaklanması yönünde bir kànun teklifi hazırlar ve bu teklifini Meclis'in müzakeresine takdim eder.
Men'-i Müskirat Kànunu ismi verilen bu kànun teklifi üzerinde yapılan uzun görüşmelerin ve de hararetli tartışmaların ardından, 14 Eylül 1920 tarihinde nihayet kabul edilir. (Bilâhare, 22 No’lu kànun maddesi olarak uygulamaya sokulur.)
İstanbul hükümetinin etkisiz kaldığı böylesine mühim bir konuda, Ankara'da henüz teşkil olunan Anadolu hükûmetinin (I. Meclis) müsbet tesiri pek büyük olur.
Bu da gösteriyordu ki, millî iradenin temsil yeri artık Padişah ile Sadrâzamın bulunduğu İstanbul değil, Millet Meclisinin karar kılmış olduğu Anadolu'dur. (Ankara’da teşkil olunan yeni hükûmete, aynı zamanda “Anadolu Hükûmeti” deniliyordu.)
Nursî’nin değerlendirmesi
Aynı tarihlerde telif edilen Tulûât isimli eserinde, Üstad Bediüzzaman, bu kànun çerçevesinde gelişen hadiselerden şöyle bahseder: "Câ-yı dikkattir ki: Merkez-i Hilâfet ulemâsı ve Dârü’l-Hikmeti ve Zabıta-i Ahlâkıye ile, fuhş, işret, kumar gibi kebâiri izâle değil, tevkif (bile) edemediler. (Fakat) Anadolu Hükümetinin bir emri ile bütün işret, kumar gibi kebâirler men' edildi." (İçtimaî Reçeteler, s. 193)
Hizmetini hayatıyla ödedi
Dindar ve demokrat bir şahsiyet olan Ali Şükrü Bey, 1923 yılı Mart’ında, bir plânlı sûikast neticesi Çankaya Muhafız Komutanı Topal Osman'a öldürtüldü. Bir sene sonra da, yani 9 Nisan 1924 tarihinde içki yasağı yürürlükten kaldırılmış oldu.
İçki tüketimi, o tarihten itibaren serbest bırakılmanın da ötesinde, içilmesi adeta devlet eliyle (TEKEL, Yeni Rakı...) teşvik edilegeldi.
O zamandan günümüze hasıl olan ve büyük yekûn tutan maddî ve mânevî zararın hesabını yapabilmek dahi kàbil görünmüyor.