Şu “akıllı telefon”lardan kullanan kimselerin bazı hallerini bir türlü aklım almıyor.
Kendim kullanmıyorum; ama, kullanılmasına da asla karşı değilim. Günümüzde bir ihtiyaçtır, yer yer zaruret halini almıştır.
Bütün bunlar tamam; eyvallah...
Fakat, bir şey ki—derman olsa bile—haddini aşıyorsa, o şey dert getiriyor, yahut beraberinde ayrı bir derdin kapısını aralıyor demektir.
İşte, o şeylerden biri de “akıllı telefon” diye bilinen süper iletişim ve haberleşme cihazlarıdır: Resim, yazı, haber, video ve tabiî ki konuşma, hatta karşılıklı diyalog. Yani, adeta ne ararsan var içinde...
Bu özelliklerin tenkit edilecek bir yanı yok. Gelişen medeniyetin teknolojik ürünlerine kim ne diyebilir ki? Tenkit bir yana, keşif faaliyetleri ile kullanım hareketleri, dünya çapında baş döndürücü bir yarış halini almış durumda.
Asıl mesele başka...
Söz konusu cihazların yerinde, zamanında ve usûlü dairesinde kullanılıp kullanılmamasıdır, asıl üzerinde durulması gereken nokta.
Zira, işin bu tarafında adeta bir çılgınlık hali yaşanıyor. İşi büsbütün çığrından çıkaranlar var. Ve bu çılgınlık hali günden güne yaygınlık kazanıyor, adeta hayat ve hürriyetimizi bütünüyle esaret altına alıyor. Yer yer sizi resmen esir ediyor.
İşte, bu sınır tanımaz ölçüsüzlük ve görgüsüzlük hali hiçbir şekilde kabul edilemez, hoş görülemez ve buna asla seyirci kalınamaz...
Seyirci kalınırsa şayet, senin kullanman gereken o alet, o cihaz, kısa bir zamanda seni tutsak eder ve artık köle gibi seni o çalıştırmaya, o kullanmaya başlar.
Bu ise, insana ve insaniyete yakışır bir durum değildir. İnsan onuruna, insana karşı duyulması gereken sevgiye-saygıya yakışır bir vaziyet hiç değildir. Aksine, tam bir saygısızlık ve görgüsüzlük arenasına sürüklenmek anlamına gelir.
* * *
Pek çok yerde görüp şahit oluyoruz: Yanınızda, güya ziyaretinize gelen, güya sizinle sohbet eden/edecek olan kişi, elinde akıllı telefon, her iki kulağını da kulaklıkla tıkamış, sizi kesinlikle duymuyor bile. Gözü ise, telefon ekranında: Gel mesaj, git mesaj...
Dünyanın hızından daha hızlıca kaydırmalarla mesaj, resim, yazı, video, vs. görüntülerin resmî geçit töreni. Size dönmeye, sizinle konuşmaya bir türlü sıra gelmiyor.
Haliyle vakit doluyor, süre bitiyor ve yarım ağızla “Hadi bana eyvallah, bay bay, görüşürüz...” kanmaca-kandırmacaları.
Yalan. Ne görüşmesi? Şimdi görüştük mü ki, daha sonra yine görüşelim, görüşebilelim?
İnsanoğlu, kendini ve muhatabını ancak bu kadar banalca kandırabilir. Daha ötesini düşünemiyorum.
* * *
Ardan Zentük, Twitter hesabıdan çarpıcı bir görüntü paylaştı. (Gördüğünüz resim.)
Bu resmi görüp dikkatlice bakınca, nice zamandır düşündüğüm bu konuyu yazmaya karar verdim.
Görüldüğü gibi, her şey ortada. Mesele o kadar açık ki, başka klavuza ihtiyaç kalmıyor:
Gençler, güya babaannelerini ziyarete gitmişler. Babaanne, köşede, torunlarının ortasında oturmuş, onlarla hasret gidermeyi umuyor.
Lâkin, ne gezer... Yedi torundan hiçbirinin babaanne ile ilgilendiği yok. Hepsi de dalmış gitmiş, akıllı telefonun dipsiz kuyusunda gezinip duruyor. Gezinti ne zaman biter, babaanneye ne zaman dönüp bir çift kelâm edecekler, belli değil.
Üstüne üstlük, belirsizlik denilen ömür törpüsü de çok fenâ.
Hani “Bir dert bilinirse, devâsı âsan/kolay olur”muş.
Ne var ki, bu meselede birkaç bilinmeyen var ve hepsi de bir arada.
Haydi bakalım, şimdi gelin de çıkın işin içinden...
Teravihte gördüğüm
Resimdeki tablodan daha fecî bir manzaraya camide, hem de teravih esnasında bizzat şahit oldum.
Sağ tarafımda üç delikanlı gelip namaz nizamına göre oturdular.
Hiç mübalâğasız ve sizi temin ederek söylüyorum, oturur oturmaz ceplerindeki telefonu çıkarıp kullanmaya başladılar. Üçü birden mesaj alıp mukabil mesaj göndermeye koyuldular.
Bu arada, kürsüde vaaz veriliyor, kesinlikle dinlemiyorlar. Biraz sonra müezzin, ardından imam efendi devreye girdi; ezan-kamet okundu, hatta imam namaza durdu; ama, hiçbiri bu delikanlıların umurunda değil ve onlar tâ rukû ânına kadar da aynı görgüsüzlüğün gayyâsı içinde debelenip durdular.
Yetmedi ve bitmedi... Yeminle söylüyorum, her namaz arasında ve selâmdan sonra yine aynı şenaatte bulundular ki, ben bu huzursuzluğa daha fazla dayanamadım ve gereken sözü söyledikten sonra yerimi değiştirmek durumunda kaldım.
Zira, bildiğiniz gibi, namazdaki huzur fevkalâde mühim. Ama, bu haylazların zerrece umurunda değildi. Uzaktan fark edebildiğim kadarıyla, onlar teravihin sonuna kadar da aynı huysuzluğa devam ettiler.
İşte, size “Bu kadarı da olmaz” dedirten bir başka manzara. Yakînen biliyorum ki, pek çok evde ve yerde aynı sıkıntı söz konusudur.
Allah, bu gençlere âdap, erkân, anlayış, onlara katlanmak zorunda olan büyüklere ve bilhassa ebeveynlerine sabır ihsan etsin.