Ankara’da 4 ay arayla çok ölümlü iki terör saldırısı yaşandı.
Bunlardan birincisinin IŞİD, ikincisinin ise PKK bağlantılı olduğu, yetkililerce de ifade edildi.
Bu bilgiler aynen doğru olsa bile, bize göre adı geçen örgütler bu işlerde birer taşerondan ibarettir.
Yoksa, onlar tek başlarına bu derece büyük ve tam profesyonelce plânlama gerektiren stratejik saldırıları yapamazlardı. Bir yerde açık verirlerdi. Plânları akim kalırdı.
Demek ki, bunların arkasında, bölgeye hükmeden büyük devletler veya çok güçlü istihbarat örgütleri var.
İşin bu yönünü nazardan uzak tutmadan meselenin tahlilini yapmak daha isabetli olur.
* * *
Öte yandan, gerek Ankara’da ve gerekse sâir yerlerde düzenlenen benzer mahiyetteki saldırıların Suriye’deki gelişmelerle de bağlantılı olduğu açıkça anlaşılıyor. Bu sebeple, şu birkaç noktayı ilgili ve yetkililerin dikkatine sunmak istiyoruz:
Türkiye’nin PKK, IŞİD ve Suriye ile ilgili politikalarını gözden geçirmesi ve kısmen revize etmesinde büyük fayda var.
Zira, bunlar birer terör örgütü olmakla beraber, terörün dışında daha başka yönleri ve bağlantıları da var. Tamamını görmeden ve duruma göre ayrı ayrı tedbirler alınmadan, işin üstesinden gelmek neredeyse imkânsız.
Aynı şekilde, Suriye politikamızı neredeyse bütünüyle buradaki diktacı Baas rejimine endeksleyerek kurguladık ki, bu noktada da ciddî bir yanılgı söz konusu.
İşte durum ortada. Artık, bu topraklardaki asıl muhatabımız Esad değil, bölge ve hatta dünya ülkeleri.
Kendimizi dev aynasında görmeyelim. Bu bölge ve dünya devlerinin tamamına kafa tutacak halimiz yok.
Rasyonel yaklaşım ve duyarlılık, siyaset ve diplomasi sanatının bütün levâzımatı ile birlikte devreye sokulmasını ve etap etap kullanılmasını gerektirir.
GÜNÜN TARİHİ: 15-19 Şubat 1919
Müderrisîn (T. İslâm) Cemiyeti
Medrese kökenli ilim adamları tarafından merkezi İstanbul’da bulunan “Cemiyet-i Müderrisîn” isminde bir teşkilât kuruldu. (Teşkilâtın ismi bilâhare “Teâl-i İslâm Cemiyeti” şeklinde değiştirildi.)
Tarihî kayıtlardan anlaşıldığına göre, kuruluş için müracaatin 15 Şubat’ta yapıldığı, resmî kabul ise 19 Şubat 1919’da gerçekleşmiş.
Asıl maksadı Medreselerin canlandırılması, burada hizmet eden veya eğitim gören hocalara ve talebelere yardım edilmesi olan bu cemiyetin kurucuları veya âzâları arasında, son Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Fatih Dersiâmlarından İskilipli Atıf Efendi ve Darülhikmet’ten Bediüzzaman Said Nursî’nin isimleri yer alıyor.
Çok zor bir zamanda kendi mecrasında ilerleyen ve maksadına uygun şekilde hizmet eden bu cemiyetin içine, sonradan işgalci İngilizlere yakın duran bazı adamlarda sızmaya ve cemiyeti asıl maksadının dışına sürüklemeye başladılar.
Eylül ayı ortalarına gelindiğinde, bu cemiyet adına Vakit ve İkdam gazetelerinde tuhaf mı tuhaf bir “Beyannâme” neşredildi.
Kimin tarafından yazıldığı ve bu işin nasıl organize edildiği tam olarak anlaşılamayan bu Beyannâme’de, Anadolu’da başlayan Millî Mücadele hareketi kınanıyor ve elebaşların isyancı olduğu, dolayısıyla tutuklanıp idam edilmeleri gerektiği belirtiliyordu.
Cemiyet Başkanı Atıf Efendi, bilâhare bu Beyannâmeyi tekzib mahiyetinde bir yazı yazar. Ne var ki, o yazı İkdam gazetesinde bir türlü neşredilmez. Tekzip yazısına, ancak aylar sonra Vakit gazetesinde yer verilir. Demek ki, inisiyatif büyük ölçüde başkasının eline geçmiş durumda.
Bediüzzaman çekiliyor
Bütün kuvvetiyle Anadolu’daki “Harekât-ı Milliye”nin lehinde bulunan ve gayret gösteren Bediüzzaman Said Nursî, işgalci İngilizlerin emellerine âlet olduğunu gördüğü Müderrisîn Cemiyetinden derhal ayrılarak ortaya net bir tavır koyuyor.
M. Sabri Efendi ile İ. Atıf Efendi ise, farklı tavır sergiliyorlar.
Son Şeyhülislâm Sabri Efendi, İngiliz Muhibbân Cemiyetinin de üyesi olarak, işgal kuvvetlerine yakın durmayı tercih ederken, Atıf Efendi, İngilizlere mesafeli durmakla beraber, aynı cemiyette kalmaya devam eder.
Öte yandan, Teâl-i İslâm Cemiyeti şeklinde isim değiştirerek varlığını sürdüren bu teşkilât, aynen Kürt-Teâli Cemiyeti gibi İngilizlerin tesiri altına girmekten bir türlü kurtulamaz ve Anadolu’da şekillenen yeni millî hükümetle müşterek bir çalışmanın içine giremez. Resmî tarihe göre, ikisi de “zararlı cemiyet”.
@salihoglulatif
BEDİÜZZAMAN: Musîbet-i âmme (umumî musîbet), ekseriyetin hatâsından terettüb eder. Musîbet, cinâyetin netîcesi, mükâfâtın mukaddimesidir.
* * *
Çoğu kimsenin 1 Kasım seçimlerinden beklentisi "İstikrar gelir" şeklindeydi. Biz ise, düşünce ve kanaatimizi "Vesayet de, kaos da şiddetlenecek" mânasında yazdık.
Keşke yanılsaydık. Keşke, bu fikrimizi yadırgayan ve bizi kınayan dostlarımız haklı çıksaydı.