Bir “anne kàtili” olan İran hükümdarı Şah İsmail, Çaldıran Ovası’nda savaşa tutuştuğu Osmanlı kuvvetlerine karşı 23 Ağustos 1514’te mağlup düştü.
Öyle ki, tâcını-tahtını dahi savaş meydanında bırakarak, İran’a doğru gerisin geriye kaçmaya mecbur kaldı. (Som altından yapılan o muhteşem taht, hâlen Topkapı Sarayı Müzesinde bulunmakta.)
Şimdi, tarihin dönüm noktalarından birini teşkil eden bu hadisenin gelişme seyrine şöyle kısaca bir nazar gezdirelim.
İkisi de “Şâir Hükümdar”
Osmanlı tarihinin en büyük ve en çetin muharebelerinden biri olan Çaldıran Savaşı, uzun süren bir yürüyüş ve son derece gergin geçen bir bekleyişin ardından, nihâyet 23 Ağustos (1514) günü olanca şiddetiyle patlak verdi.
Bu savaş, İslâm dünyasının o tarihteki iki büyük ülkesi (Osmanlı ve Safevî), orduları ve şöhretli liderleri arasında yaşandı.
Sultan Selim ile Şah İsmail'i karşı karşıya getiren bu savaşın en önemli sebeplerinin başında, siyasete bulaştırılmış din-mezhep farklılığı, hâkimiyet dâvâsı ile yer yer had safhaya varan bir takım zorbalık ve zulümkârlıklar gelir.
Daha iki sene evvel (1512) Osmanlı tahtına geçen Sultan Selim, bütün hayatını "İttihad-ı İslâm"ın tesisine adamıştı. Bunun için de, öncelikle "Anadolu birliği"nin sağlanması gerekiyordu.
Bu birliğin önünde ise, Güney Kafkas, Doğu Anadolu ve neredeyse Ortadoğu'nun yarısını etkisi altına alan "Siyasî Şia" engeli vardı.
İki rakip ülke ve liderlerinin başında bulunduğu iki ordu, aylar süren takip ve manevralar neticesi, nihayet Ağustos ayının sonlarına doğru Van'ın Çaldıran Ovası’nda karşı karşıya geldi.
Kıyasıya yaşanan bu dehşetli savaş, aynı gün sona erdi. Zira, gidişatın aleyhine döndüğünü fark eden Şah İsmail, canını kurtarmanın telâşesine düştü ve hiç bekleme yapmadan ricât etti, kaçtı.
Edebiyattan siyasete geçiş
Avşar Türklerinden olan Şah İsmail, 1501'de Akkoyunlu Devleti’ni yıkarak Safevî Devleti’ni kurmuş, İran, Azerbaycan, Irak ve Doğu Anadolu'yu hâkimiyeti altına almıştı.
Şah İsmail, İran’da iktidara gelir gelmez, Şiâlığı devletin resmî din ve mezhebi haline getirdi.
Esasen, siyasete bulaşmadan ve iktidar tahtına oturmadan evvel gayet mülâyim ve usta bir şair olan Şah İsmail, iktidar makamına geldikten sonra birdenbire değişti ve bambaşka bir karakter olup çıktı. Öyle ki, zulümkârlıkta, âdeta sınır tanımaz bir hale geldi.
Meselâ, mağlup ettiği Sünnî Özbeklerin reisini öldürmekle de kalmadı, onun kafatasından şarap içecek kadar gaddarlaştı.
Dahası, uyguladığı zalimâne politikaları eleştirdiği için, Sünnî olan annesi Âlemşah Begüm Hanımı dahi gözünü kırpmadan idam ettirdi.
İşte onun “anne katli”ne dair ürpertici fermânı: "Safevî Şahının buyruğudur. Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan'ın kızı Âlemşah Begüm, 17 Eylül 1501 sabahı Tebriz'de idam edilecektir. Soylu kanının akıtılmaması, yay kirişiyle boğulması buyrulmuştur." (Uzunçarşılı, İ. H.; Osmanlı Tarihi c. 2 s. 296)
* * *
Sadece annesini ve Özbek asıllı dayılarını değil, Sünnî olarak bilinen Türk ve Kürtleri de toplu zehirlemeler ve katiâmlarla ortadan kaldırmaya çalışan Şah İsmail'in, saymakla bitirilemeyecek kadar daha bir çok zulümkârlıkları var.
Ancak, böylesine “fenâ ve fâni” olan bir zâlimin, ayrıca güzel ve baki bir yönü var ki, onu da nazara vermeden geçmek olmaz:
Zalim İran Şahı, evveliyatı itibariyle hem iyi bir mürid, hem de gayet usta, içli ve ince ruhlu bir şâirdir.
İşte, onun siyasete girmeden evvel "Şâh Hatayî" mahlasıyla yazmış olduğu o enfes şiirlerinden sadece bir tanesi...
Kırklar yaylasında
Vardım kırklar yaylasına
Gel berû hey cân dediler
Yüz sürdüm ayaklarına
Gir işte meydan dediler
Erenler gönlü gànidir
Yuduğu kalbi arıdır
Gelişin kandan bellidir
Söyle ey ihvân dediler
Gir semâha bile oyna
Silinsin pâk olsun ayna
Kırk yıl bir kazanda kayna
Daha çiğsin yan dediler
Düşme dünya mihnetine
Talip ol Hak hazretine
Âb-ı Kevser şerbetine
Parmacığın ban dediler
Şâh Hatayi'm nedir halin
Duâ edip kaldır elin
Kesegör gıybetten dilin
Cümlemiz yeksân dediler
***
@salihoglulatif:
Yüz elli yıla yakın bir süredir (Özellikle Peygamberimizin (asm) bir hayranı olan Bismark’tan bu yana) Almanya’ya karşı hasmâne ve müntakimâne bir tutum sergileyen dünya Yahudileri, nice zamandır, TC Hükûmetlerini de kendi saflarına çekebilmenin diplomatik manevrası içinde görünüyor.