Bu meselede, şahsî dikkat, itina ve irade kuvvetini başa alarak ifade edelim ki: Dünya çapında mafyalaşan, hatta terörize edilmiş bir örgüt mahiyetine bürünen şu “paket gıda” ve “kutu ilâç” sektörü, söz konusu hastalığın en büyük günahkârıdır.

İşte bundan dolayıdır ki, “gıda terörü” ve “ilâç terörü” gibi tâbirler genel kabul ile revâç görmeye başladı.

* * *

Sağlıklı beslenmek ve ilâçların zararlı etkisinden kendini muhafaza etmek, elbette ki hiç kolay ve basit bir mesele değil.

Zira, yüzde seksen-doksan oranı itibariyle, kullanılan ilâçların yan etkileri var. Yani, bir hastalığı tedâviye çalışırken, yeni bir hastalığın da alt yapısını döşüyor.

Gıda sektörüne gelince... Düşünün ki, en temel gıda maddeleri dahi, türlü katkı ve müdahalelerle bozulmaya, hatta bir kısmı zehir etkisi göstermeye başladı:

Meselâ, ekmek ve sair unlu mâmüllerde olduğu gibi. Meselâ, şeker ve sâir tatlandırılmış yiyecek, içeceklerde olduğu gibi.

Dahası, yağdan peynire, etten-piliçten yumurtaya, mısırdan pirince kadar, hemen bütün temel gıda maddeleri, türlü hile ve kandırmacalarla zincirleme tarzda market ve mağazaların raflarından insanlara takdim edilir bir hale geldi.

* * *

“Bir şey bütünüyle elde edilmese de, bütünüyle terk edilmemeli” kaidesince, yine de fıtrî ve organik denilen gıdalarda ümidini kesmemeli.

Dolayısıyla, hemen pes etmemeli, hemen teslimiyet bayrağını çekmemeli. 

Esasen, temel gıda konusunda bilinçli şekilde talep arttıkça, ticaretle uğraşanlar da ona göre kaliteli malları piyasaya arz etmek durumunda kalırlar.

Nitekim, bu yönde ciddî gelişmelerin yaşandığına da bizzat şahit olabilmekteyiz: Organik süt ve süt mâmülleri, et ve et mâmülleri, hakikî sızma zeytinyağı ve köy tereyağı gibi kaliteli gıdalar, bugün en kalabalık şehirlerde dahi artık bulunur-bulundurulur hale geldi ve daha da gelecek gibi...

* * *

Vücut, beden, duyular, bize verilmiş birer İlâhî emanettir.

Bu emanetlere, öncelikle bihakkın sahip çıkarak, çürük ve zararlı gıdalarla yıpratmamalı. Ayrıca, hizmet ve ibadeti de nisbeten daha huzurlu, daha rahat yapabilmek için, yine sağlığımıza dikkat etmek durumundayız.

Bu noktada, ayrıca gazetemizin yazarı da olan Feyzullah Ergün’ün köşesindeki sağlık ve gıdalara dair yazıları dikkatle takip etmesini önemle tavsiye ederiz.

Sünnet-i Seniyye, edep olduğu kadar, aynı zamanda sıhhattir

Eskiden insanların bir kısmı zaafiyet geçirip acıdan ölüyordu.

Şimdi ise, insanların çoğu, aşırı yemekten, yahut dengesiz beslenmekten dolayı hastalanıyor ve erken ölüme doğru gidiyor.

Bu durumda, doğru beslenme alışkanlığı edinmenin ne derece önemli olduğu gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz.

Biz konu uzmanı değiliz. Dolayısıyla ahkâm kesmiyoruz.

Ancak, kat’iyyetle şuna inanıyoruz ki: En doğru beslenme âdeti, Sünnet-i Seniyyeye uygun olan beslenme tarzıdır.

Üstelik, güvenilir uzmanların (Hekim-i hâzık) da tavsiye ettiği bu tarz beslenme alışkanlığında, hem dinen hem de tıbben hayır vardır, fayda vardır, şifâ vardır…

Sünnete uygun beslenme âdeti hakkında yazılmış çok esaslı yazılar, makaleler, kitaplar var.

Hemen hepsinde de, şu hususlar bilhassa nazara veriliyor:

1) Acıkmadan yeme, doymadan sofradan kalk.

2) Yediğin vakit az ye, yedikten 4-5 saat kadar daha yeme.

3) Şifâ hazımdadır.

4) Mideye, bedene en büyük eziyet, taam taam üstüne yemektir.

5) En güzel diyet: Sünnete riayet.

6) Sünnete riayet eden, şişmanlık hastalığına düçâr olmaz.

***

@salihoglulatif:

Resûl-i Ekrem'in (asm) örneklik  teşkil eden her fiil ve hareketi Sünnettir. Bazı cerbezecilerin diline doladığı yetim-öksüz kalması, onun fiiliyle mi olmuş haller değil. Bu ikisini cerbeze ile karıştırmamalı.

* * *

Bu ülkede, dinî irfan, imanî şuur mühim ölçüde inkişaf ettiği için, hoca kisveli karanlık heriflerin sapkın fikirleri, şükür ki fazla etkili olamıyor.