"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

S. Abdülhamid’in şahsiyet ve siyaseti

M. Latif SALİHOĞLU
10 Şubat 2016, Çarşamba

GÜNÜN TARİHİ: 10 Şubat 1918

Bundan 98 yıl evvel bugün (10 Şubat 1918) vefat eden Sultan Abdülhamid kadar farklı, çeşitli, hatta zıt yönde fikir ve kanaat izhâr edilegelen ikinci bir Osmanlı padişahı her halde gösterilemez.

Kimisi onu “Kızıl Sultan” diye yaftaladı. Hatta, Ermeni teröristler tarafından yapılan bombalı saldırıdan sağ kurtulmasına bile üzülenler, hayıflananlar oldu.

* * *

Kimisi onu “Ulu Hakan”lığın da ötesine taşıyarak, hatasız-günahsız bir idareci olarak lanse etti. Hatta, onu veya siyaset/yönetim tarzını iyi niyetle eleştirenleri dahi hainlikle, en azından haddini aşmak ve hainlerle birlik olmakla itham edildi.

Bu ikinci gruba göre, Sultan Abdülhamid “hakikatin merkezi” olup, ona veya idarî sistemine karşı gelen herkes bir şekilde aldanmış, yahut aldatılmıştır.

* * *

Sayıları az olmakla birlikte, ayrıca “vasat”ta giden bir “üçüncü grup” vardır ki, bu kategoride bulunanların başında Bediüzzaman Said Nursî gelir.

Nursî, “veli padişah” derecesinde gördüğü Sultan Abdülhamid’in şahsiyetini değil, bilhassa siyasetini tenkid etmiş ve bu tenkidinden asla nedâmet etmemiştir.

Bazılarının delilsiz ve desteksiz iddiaları gibi, şayet bir geri adım söz konusu olsaydı, Bediüzzaman, bilhassa Münâzarât, Sünûhât ve Divân-ı Harb-i Örfî isimli eserinde, onun devr-i siyasetini “hafif istibdat” şeklinde ifade edip aynen neşrettirmezdi.

Ama, ne yazık ki, aradan yüz seneden fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen, ifrat ve tefrit ehli olan her iki bağnaz kesim de, Said Nursî’nin “Abdülhamid ve dönemi”ne dair fikir ve kanaatini hâlâ doğru şekilde anlayabilmiş değil.

Büsbütün müfrit ve muhakeme özürlü olan bir kesim ise, sırf Abdülhamid devrine dair fikirlerinden dolayı Üstad Bediüzzaman’a iflâh olmaz bir kin ve gayz ile saldırıp türlü iftiralarda bulunmaktan çekinmiyor.

Gözü kapalı gitmemeli

Yakın tarih araştırmacıları, yakînen bilir ki, dostu kadar düşmanı da vardı Abdülhamid'in. Aynı şekilde, meddahı kadar bedduâ edeni de...

Gözü kapalı şekilde ona dost veya peşin hükümle düşman olanların hemen tamamı, Sultan Abdülhamid'in “şahsiyeti” ile “siyaseti”ni bir türlü tefrik edemediler. Hep toptancı yaklaştılar, dolayısıyla bu iki yönünü de aynı kefeye koyup tartma cihetine gittiler.

Bu tarafgir yaklaşım, adeta renk körlülüğüne yol açtı. Toptancıların siyah-beyaz kolaycılığına sapması, bu ufuksuz halin bir göstergesi. Siyah-seyaz kolaycılığı ve basitliğiyle hareket edenlere günümüzde de rastlamak mümkün.

Şahsî ve siyasî hayatı

34. sıradaki Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamid Hân, 21 Eylül 1842'de doğdu.

Babası Sultan Abdülmecid, amcası ise, darbecilerin zulmüne mâruz kalmış olan Sultan Abdülaziz'dir.

Henüz 10 yaşında iken, annesi Tirimujgan Hanım vefat etti. Bu sebeple yetim büyüdü.

Amcası Sultan Abdülaziz'in 1867 yılında çıktığı Avrupa seyahatine katıldı. Dokuz sene sonra ise (1876), amcasının hem tahttan indirilmesine, hem de şüpheli/şaibeli şekilde katledilmesine şahit oldu.

Ayrıca, ruhî buhran geçiren büyük kardeşi V. Murat'ın kısa süreli saltanatına da şahit olduktan sonra, 31 Ağustos 1876'da kendisi Osmanlı tahtına geçerek padişah oldu.

Aynı sene içinde I. Meşrûtiyet ilân edildi, Anayasa (Kànun-i Esâsî) yürürlüğe girdi, iki heyetli (Ayan ve Mebûsan) Meclis ihdas edildi.

Bir sene sonra (1877) patlak veren "93 Harbi" ise, hemen herşeyin değişmesine sebebiyet verdi. Tayinle gelen ve ciddî bir fonksiyon icra etmeyen Ayan Meclisi dışındaki hemen herşey kaldırıldı; yani, herşey yine eski vaziyetine döndürüldü: Anayasa askıya alındı, Meclis kapatıldı, dolayısıyla gencecik Meşrûtiyet, fenâ halde kesintiye uğramış oldu.

1878'de son şeklini alan bu siyasî tablo, tam 30 sene aynı minval üzere devam edip gitti.

1908'in Temmuz ayına gelindiğinde, II. Meşrûtiyet'in ilânı kaçınılmaz oldu. Anayasa ve Meclis, faaliyete kaldığı yerden devam etti.

Ne yazık ki, 30 yıl sonra yeniden açılan hürriyet çiçeklerinin yanında daha dehşetli bir istibdadın dikenleri yeşerdi. On yıl içinde (1908-18) hemen herşey altüst oldu.

33 yıldır perde altında biriken kin, intikam ve iğbirar ateşi, öylesine şiddetli ve gürültülü bir sadâ ile patladı ki, 600 yıllık Osmanlı Saltanatını paramparça etti.

27 Nisan 1909'da tahttan indirilen Sultan Abdülhamid, Selânik'e gönderildi. 1912'deki Balkan Harbi sebebiyle, oradan Beylerbeyi Sarayına getirildi ve 10 Şubat 1918'de vuku bulan vefat tarihine kadar burada gözetim altında tutuldu.

* * *

Vefatının hemen ertesi günü (11 Şubat) Topkapı Sarayına getirilen cenazesi, büyük bir askerî merasimle ve halktan mahşerî bir kalabalık eşliğinde, Divanyolu'nda bulunan dedesi Sultan II. Mahmud’un Türbesi'nde defnedildi.

Cenaze merasiminde, kardeşi Sultan Reşad ile birlikte Başkumandan Enver Paşa da hazır bulundu.

* * *

Sultan Abdülhamid, takvâ, gayret, ciddiyet, şefkat gibi fevkalâde meziyetlerin sahibi idi.

İstibdat devrinin siyasetini takip ve tatbik ettiği halde, mahkeme tarafından muhaliflerine verilen cezaları hafifleştirmek için de elinden gelen gayreti esirgemedi.

Birçok hayır eseri halen ayakta. Cenâb-ı Hak, ona rahmet eyleye.

Okunma Sayısı: 3732
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • HÜSEYİN İLHAN

    10.2.2016 20:52:53

    HAK'kı teslim eden,hak' ka razı olan olursak ifrat ve tefrite girmeyiz. Latif bey kardeşimizden ALLAH RAZI olsun.

  • Meryem

    10.2.2016 14:36:20

    Amin cennet mekan Abdülhamit Han

  • ismet GÜLMEZ

    10.2.2016 12:07:04

    Allah razı olsun , günümüz meselelerine ve siyasi mevzulara ışık tutan bir yazı. İnsanı değerlendirirken her yönünü, özelliğini, vasfını, konumunu, durumunu, sıfatını ayrı ayrı bakmak gerekir. İnsanı ( iyi veya kötü-güzel veya çirkin-kahraman veya hain, veli veya deli vb..) iki kelime arasına mahkum etmemeliyiz.

  • özdemiroğlu

    10.2.2016 07:11:18

    Türkiye'de çoğunluk maalesef(bu gün de) şahsa bağlanmaktan veya aşırı düşmanlık ifrat ve tefritinden bir türlü kurtulamıyor!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı