Millet, önümüzdeki hafta sonu yeniden sandığa gidecek. Parti tercihini yaparak iradesini ortaya koyacak.
Bundan beş ay evvel de, sandığa gidip iradesini beyan etmişti.
Fakat, 7 Haziran’daki o irade beyanına itibar edilmedi.
Seçmeni azarlarcasına “Böyle olmaz, arkadaş!” denildi.
Neticede, büyük vaadlerle ve çok büyük masraflarla yapılan o seçim adeta HİÇ’e sayıldı.
45 günlük oyalama taktiklerinin ardından, birileri getirip bu millete “1 Kasım”ı dayattı.
Adeta şöyle bir dayatmada bulunuldu: “Sana dedik ya, ey millet! Öyle olmaz, böyle olur! Anladın mı? Şöyle yapmayacaksın, böyle yapacaksın! Tamam mı?”
Netice itibariyle, 7 Haziran’daki sonuç tablosunu beğenmeyenler, bu milleti 1 Kasım’da tekrar sandık başına gitmeye mecbur etti.
Ama, bu defa mutlaka memnun kalacakları bir sonuç tablosunu bekliyorlar. Yegâne beklenti bu.
İşte, bu beklentinin karşılık bulması ve bu yöndeki arzunun gerçekleşmesi için, yapılacak çok önemli bir iş vardı:
Şiddetli bir gerilim veya kaos meydana getirmek. Ya da, var olan bir gerilimi alabildiğine tırmandırmak.
Evet, 7 Haziran’daki sonuç tablosunu değiştirmek için mutlaka ve mutlaka şiddetli bir gerilime veya insanları şoke edecek sarsıcı olaylara ihtiyaç vardı. Ben de olsam, aynı şeylere ihtiyaç duyardım.
4-5 ay içinde seçmenin tercihini başka türlü nasıl değiştirebilirsin ki? Mümkün değil...
Bu kadar kısacık bir süre zarfında ne köklü ve hacimli bir icraatte bulunabilirsin, ne de bir takım hayalî vaadlerle veya kuru lâf kalabalığıyla kitlelerin iradesini etkileyebilirsin.
Geriye, yapacak bir tek şey kalıyor: Gerilim...
Gerilim çıkartarak, etrafa korku ve dehşet salarak, seçmenin 7 Haziran’daki tercihini değiştirmek.
Bir takım şoklama ve kutuplaştırma politikalarıyla, milletin iradesini başka tarafa yönlendirmek.
Evet, birileri buna inandı ve bu inancı doğrultusuda hareket ederek, 1 Kasım’da tekrar sandığa gidecek yolun taşlarını döşemeye koyuldu.
Artık, başka hiç çaresi yok, yeniden sandığa gidilecek. Tercihler yapılacak, oylar verilecek. Neticenin nasıl olacağını sadece Allah bilir.
Şimdiki tahminimiz, çok bâriz bir değişikliğin olmayacağı yönünde.
Beklentimiz ve temennimiz ise, bu necib milletin hür iradesiyle rüşdünü ispat etmesidir. Yani, onun hür iradesini küçümseyenlere, basite alanlara, yahut hiçe sayanlara şöyle okkalı bir sille ile esaslı bir ders vermesidir.
Böyle bir ders verilirse eğer:
1) Gelişmesi uzun zamana bağlı olan hürriyet ve demokrasi yolunda ciddî bir mesafe alınmış olacak.
2) Bu milletin korku, baskı ve dayatmalara boyun eğmediği, bunlara hiç prim vermediği gerçeği perçinlenmiş olacak.
3) Bu millet, artık hür ve medenî bir dünyada insanca yaşamak istediği ve bunu hak etme liyâkatını gösterdiği noktasında rüşdünü ispat etmiş olacak.
Şayet tersi yönde gelişmeler olursa, o takdirde, yine ümitvar olunacak, yine hakta sebat edilecek ve fakat “O kasr-ı muallânın vücuda gelmesine daha vakit var” denilerek, azim ve kararlılıkla yola devam edilecek demektir.
BAKIŞ AÇISI
Yakınlarıyla çatışmayan, sürtüşmeyen kaldı mı?
Gönüllü meddahlar tarafından, iktidar partisinin tertemiz, pir û pâk olduğu hususu sürekli şekilde lanse ediliyor.
Bu partinin “ehvenişer”in de ötesinde “âzâmul-hayır” bir parti olduğu yönünde, hayretten dehşete düşüren propagandalar yapılıyor.
Oysa, Risâle-i Nur’da, hiçbir siyasî parti için şu “âzâmul-hayır” tabiri kullanılmıyor. Bunu duyup da ürpermemek elde değil.
Bir siyasî parti hesabına sınırsız derecede meddahlık yapılması, bir siyasî kişilik için “Halife-i Rû-yi Zemin” diye propaganda edilmesi gibi akla ziyan şeyleri bir tarafa bırakarak, bu gönüllü meddahlara şöyle aklı başında birkaç soru soralım.
BİR: Hiçbir kusurunu görmeyerek sadece alkış tuttuğunuz bu siyasî parti yüzünden, birbirine çok yakın insanlarımız dahi, birbirinin kalbini kırmadı mı? Yek diğerini rencide etmedi mi?
İKİ: Bilhassa son yıllarda, bir yakınıyla, bir dostu veya ahbabıyla sürtüşmeyen, çatışmayan, kavgalı hale gelmeyen kimse kaldı mı acaba?
ÜÇ: Dinî grup ve cemaat mensuplarını birbirine düşürmediler mi?
DÖRT: Sadece o partiye oy veren/verecek olan Kürtleri “yerli ve millî” olarak görüp, geri kalan ekseriyete “hain” damgasını vurmadılar mı?
BEŞ: Hemen her bütünlüğü bölüp parçalayan bu siyasetin içine nifak sokmadığı bir tek aile kaldı mı acaba?
* * *
Ne tuhaf değil mi?
Mütemadiyen “birlik-beraberlik” hamasetini pompalayan bir parti, en büyük daireden en küçük daireye kadar olan hemen bütün “birlik-bütünlük”lerimizi adeta dinamitler gibi bir ucûbeye dönüştü.
@salihoglulatif: Kırşehir'deki Gül Kitabevini yakıp yıkan aşağılık mahlûkların, Sırp cânilerinden, İsrail zalimlerinden, Madımak katillerinden ne farkı var?