Şaban Döğen, Halil Uslu, Meryem Tortuk...
Yeni Asya’nın yazar kadrosundan olup son yıllarda ve erken denilebilecek yaşta vefat eden kadim dostlarımız, kıymetli meslektaşlarımız, aziz dâvâ arkadaşlarımız...
Her biri ayrı bir sebeple vefat etti; lâkin, hepsi de ölümün yüzüne gülerek baktı ve ecelini merdâne şekilde karşıladı. Tam bir tevekkül ve teslimiyet içinde.
Cenâb-ı Hak, rahmet eylesin ve onlardan ebeden râzı olsun.
* * *
Onlarla uzun yıllar birlikte çalıştık; bu gazetenin sayfalarında yıllarca aynı istikamette yazılar yazdık. Bu sebeple, pek yakından tanıdığım ve tanıştığımız şahsiyetler.
Risâle-i Nur’dan almış oldukları tahkiki imanın tesiriyle hayata bakıyor ve hizmetlerle alâkadar oluyorlardı.
Vücutlarındaki “Ölümün keşif kolları” olan hastalıkların farkındaydılar. Dolayısıyla, tedbirli davranmakla birlikte, tam bir tevekkül içinde hareket ediyorlardı: “Ölüm ne zaman gelse, baş-göz üstüne gelsin” derecesinde ve kat’iyyetinde...
* * *
Şaban Döğen, 2009 yılı sonlarında vefat etti; Halil Uslu, geçen sene Temmuz’da; Meryem Tortuk Hanım kardeşimiz ise, bu hafta başında Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Onlardan her birinin vefatıyla, ölümün rengini, sesini, nefesini biraz daha yakından hisseder olduk.
Zaten, hayattan ziyade istekleri, gayeleri ve mesajları olan “ölüm hakikati”ni daima hatırlamalı ve hiç çıkarmamacasına hatırda tutmalı değil miyiz?
Hem, kim kurtulmuş ki, biz kurtulalım ölümün pençesinden... Kim içmemiş ki, biz içmeyelim ecelin şerbetinden...
Rabb-i Rahîm, bizi her an için ölüme hazır ve hazırlıklı olan kullarından eylesin.
Şahsen, Risâleleri ve bilhassa Haşir Risâlesi’ni okuyup mütalâa ettikçe, ölüme daha bir güleryüzle bakıyor ve ecel fermânını daha merdâne şekilde karşılayacak gücü, kuvveti, arzu ve iradeyi kendimde hissetmeye başlıyorum.
Bilvesile, ölüm korkusunu yaşayanlara da aynı şeyleri yapmaları, özellikle 10. Söz ile 9. Şuâ’yı tekrâren okumalarını tavsiye ediyoruz.
* * *
Merhum Şaban Döğen’in vefat ettiği sene içinde bugün itibariyle (2 Haziran 2009) neşrolan “Ölüm” hakikatine dair “Ölümün idam-ı ebedîsinden kurtulmak” başlıklı yazısının bir hülâsası şudur:
“Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?” (Mesnevî-i Nuriye, s. 102)
“Bu ifade inançsız bir insanın ölüme bakışını tasvir ediyor. Ölümü bütün zevk ve lezzetlerin, tatlı hayatın bitişi, bir idam sehpası, herşeyin yok olup gitmesi olarak gören bir insan için, yukarıda anlatıldığı gibi ölüm, sehpanın süslendirilmesinden farksızdır.
“Böyle durumdaki bir adam için ölümü sadece dünya zevk ve lezzetlerinin sona ermesi değil, aynı zamanda hem kendisini, hem de sevdiklerini yok eden bir darağacı olarak görmesi kadar daha dehşetli ne olabilir? Ondan kurtulmak için de mümkün olan bütün varını yoğunu feda etmekte tereddüt etmez.
“Öyleyse, bir insan için bundan daha önemli, daha büyük bir mesele düşünülemez.
Ölümü böylesine bir fecaatten kurtarmanın yolu ise, tahkiki imanı elde etmektir. ‘Kur’ân-ı Hakîmin sırr-ı hakikatiyle ve i’cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkiki ile biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir” diyen Bediüzzaman Hazretlerinin bütün emeli, imanların kurtulması idi.
“‘Ben yalnız iman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum’ derken de bu gerçeği dile getiriyor, ‘Eğer Ankara’ya gönderilen Risale-i Nur’un şiddetli tokatları için beni idama mahkûm eden zatlar, Risâle-i Nurla imanlarını kurtarıp idam-ı ebedîden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim’ diyordu.
Bu diğergâmlığın zirvesi! İhtiyaç sahiplerine yiyecek, içecek, ev-bark, iş, hatta milyarlar bağışlamaktan daha önemli hizmet, onların sadece fanî değil, ebedî hayatlarının mutluluğu için gerekli olan imanlarını kurtarmaya çalışmaktır.”
(Yeni Asya, 2 Haziran 2009)
* * *
Bu yazının sonunu, Meryem Hanım kardeşimizin son yazılarından birinden aktaracağımız kısacık bir iktibasla bağlayalım.
Müjdeler
“Dünyanın kışrı, özünden daha çoktur; ama, özü âhirete gebedir. Tohumun özü kışrından küçüktür, ama ağaca gebedir.
“Yaşadığımız hayatta, ruhî yolculuklarımızda, düştüğümüz boşluklar, acı tecrübeler, aldığımız tatlardan daha çoktur belki; ama, kalbimizin çekirdeğinde bizim tohumumuzun lümmesi gizlidir. Ona varmak ve kendi varlığımızın özünü yakalamak tabiî ki kolay değildir. Bedeller ağırdır belki; ama, sonuçlar güzeldir.
“Hayatımıza konan acı-tatlı ne varsa, hepsi birer müjdedir aslında. Olduğu gibi yaşamak ve sadece onun hikmetini okuyup güzel yanlarıyla kalbimizin zirvesine doğru adımlarımızı atmaya devam etmektir aslolan.
“Çünkü, o zirveye ulaşanların müjdesi Cennet, Cennetin müjdesi de Rabbini görmektir.”
(Yeni Asya, 19 Eylül 2014)