Bugün “31 Mart Vak’ası” olarak bilinen yüzü kara, mahiyeti karanlık o uğursuz hadisenin yıldönümü.
Rumî 31 Mart, Milâdî takvime göre ise 13 Nisan’da (1909) İstanbul’da yaşanan o kanlı kargaşanın üzerinden yüz yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen, mahiyeti itibariyle ne yazık ki hâlâ alacakaranlıkta olup içyüzü bir türlü aydınlatılamadı, gitti.
Bu hadisenin mahiyeti aydınlatılamadığı içindir ki, ondan sonra yaşanan bilumum darbelerin, muhtıraların, komploların ve sair provokatif hadiselerin arka plânlarına da ışık tutulamıyor.
Besbelli ki, o hadisenin muhtelif yönleri var ve işin içine birbirine perde vazifesini gören çeşitli unsurlar, faktörler eklenerek meselenin karartılması cihetine gidilmiş.
Bu durumda, bizim yapabileceğimiz şey, mevcut bilgi ve belgeler ışığında karanlıkta kalan noktalara projeksiyon tutmaya çalışmaktan ibaret.
Bu girizgâhtan sonra, hayalen o zamana giderek, genel bir durum değerlendirmesi yapmaya çalışalım.
Değişen tavırlar, çehreler...
Saltanat’ın sonunu görerek 1865’ten itibaren “Meşrûtî Monarşik” bir sistemin önünü açmaya çalışan Yeni Osmanlılar (Jön Türkler, Ahrâr-ı Osmaniye) arasına sızan ve zamanla kuvvet bularak meydana hâkim olan komitacı bir gürûh vardı ki, bütün işi gücü fitne-fesat çıkarmak olmuştur.
Bunlar, fırsat buldukça kan dökmekten, cinayet işlemekten ve meşrû iktidarları devirmekten çekinmeyen bu Balkan Komitacıları, Meşrûtiyetin ilânıyla birlikte sinsî faaliyetlerine hız vermeye başladılar.
Komita halindeki bu faaliyetler serisinin birincisi, belki de en büyüğü, 13-23 Nisan 1909'da özellikle İstanbul ve çevresinde sergilendi.
13 Nisan 1909'da İstanbul'u kanlı bir kargaşanın içine sürükleyen iç ve dış ihanet odakları, eş zamanlı olarak Selânik merkezli olarak da adına "Hareket Ordusu" denilen bir çapulcular sürüsü teşkil etmeye koyuldu.
Evet, İstanbul'da kanlı boğuşmanın yaşandığı aynı gün, İttihatçılara bağlı Balkan (ya da Makedon) komitacılarından müteşekkil Hareket Ordusunun evvelâ "kurmay kadrosu" teşkil edildi.
Bunun ardından, bir hafta müddetle asker toplandı ve bir yandan da İstanbul'daki kontrolden çıkan isyanın devam etmesine el altından destek sağlandı.
Bütün bu ihanet ve mel'ânet planlarını yapanların başında gelenler ise, hiç şüphesiz İttihat–Terakki Komitası içinde bulunan ve zamanla bu teşkilâtı ele geçiren Yahudi, mason ve dönmelerdi. Bunlar Türkçülük/Turancılık propagandası yapmalarına rağmen, gerçekte Türk, hatta Türk dostu dahi değillerdi.
Maksatları esasında Türk'e düşman kazandırmak olan Türk ve İslâm düşmanlarıydı.
Nitekim, çalışmalarını öylesine sinsice ve ustalıkla sürdürdüler ki, zamanla maksatlarına önemli ölçüde ulaşmış oldular. İşte, 1909 senesinin 13-23 Nisan tarihlerindeki faaliyetlerinin bir kısmı...
Bizzat aynı komitanın el altından kışkırtıcı rol oynadığı 31 Mart olayları bahane edildi ve bu esnada toplanan askerlerle 23 Nisan günü İstanbul'a baskın yapıldı.
Hükümet merkezi İstanbul'a giren Hareket Ordusu, ilk iş olarak hükümeti devirdi ve sıkıyönetim ilân ettirdi.
Dört gün sonra (27 Nisan) ise, 33 yıllık padişah Sultan II. Abdülhamid'i tahttan indirdiler.
Sultan'a hall emrini bildiren ve onu Selânik'e mecburi ikamete mecbur eden heyetin başında, ne yazık ki yine bir Selânik Yahudisi vardı: Emanuel Karaso.
Yıldırma, sindirme manevraları
Padişah devrildikten sonra, sıra dindarların ve muhalif siyasilerin cezalandırılmasına geldi.
Sıkıyönetim mahkemesinde yargılanan yüzlerce mâsum insanların pek azı kurtulabildi. Tanınmış mümtaz şahsiyetlerden kırktan fazlası darağacına gönderildi, geri kalanlar da en ağır cezalara çarptırıldı.
Neticede, kendilerine muhalif görünen bütün hareketler bastırıldı, bütün sesler susturulmaya çalışıldı.
Elleri kanlı komitacı zalimler, sadece bir tek sesi susturamadılar: Bediüzzaman Molla Said'in sesini...
Dâvâsı gibi metodu da hakka dayanan bu sesin sahibini, ne o zamanki, ne daha sonraki zalimler susturabildi.
Cumhuriyetin Bozuk İttihatçıları
Meşrûtiyet zamanında komitacı İttihatçılık damarı kabardıkça kabaran gürûhun, Cumhuriyet döneminde de benzer ve bazan daha şiddetli tavırlar sergilediğini görmekteyiz.
Tamamını anlatmak yerine, sadece bir sene arayla 13 Nisan günlerinde yaşanan iki hadiseyi hatırlatmakla iktifa edelim.
1) 13 Nisan 1924: Eski İttihatçıların bakiyesi olan ve ülkeyi tek parti zihniyetiyle idare eden CHP hükümeti eski İttihatçılardan bazılarının bütün aile efradına para yardımı ile maaş bağlanmasına karar verdi.
Aileleri devletten para yardımı alacak olan eski İttihatçılardan bir kısmının ismi şöyle: Talat ve Cemal Paşa, Reşat Paşa, Mahmut Şevket Paşa, Hikmet Bey, vesaire..
2) 13 Nisan 1925: İttihatçılarla ve onların fikrî takipçisi olan Halkçılarla (CHP) yollarını ayıran Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası üyelerinin evleri, İstanbul Emniyeti tarafından didik didik arandı.
İşte, tıpkı komitacı İttihatçılar gibi, onların bakiyesi olan Halkçılar da kendisine muhalif gördüğü fikir ve harekete hayat hakkı tanımamıştır.
***
@salihoglulatif: Darbeci cuntalar, minare hırsızları gibidir; kılıfı önceden hazırlama becerisine sahiptirler. Darbenin gerekçesini hazırlamadan harekete geçmezler.