Yeni nesil, yaşadığımız “helâket ve felâket asrı”nın en dehşetli tehlikelerine mâruz kalıyor.
Siyasî, felsefî, kültürel cereyanlar bir yana, ahlâksızlığı terviç ile günahlara teşvik eden cereyanlar, cidden dehşet verici boyutlara tırmandırılmış vaziyette.
Öyle ki, bu ahlâkî dejenerasyondan büyükler bile kendini muhafaza etmekte büyük zorluk çekiyor. Hatta, “Kırkından sonra” azıtıp gidenlerin, boğulup tükenenlerin sayısı hiç de az değil.
Bu durumda, çocukların ve gençlerin karşı karşıya bulunduğu sıkıntıların ve tehlikelerin boyutunu varın siz tahayyül edin.
Bugün acaba hangi anne-baba çıkıp “Ben evlâdım garantide; onun geleceğinden de eminim” diye garantili şekilde konuşabiliyor?
Etrafı saran ahlâksızlık tehlikesinden etkilenmeyen bir çevre, hatta bir ev-hane var mı acaba?
Böyle bir şeyi kim iddia edebilir?
Demek ki, mesele gayet ciddî.
O halde, buna aynı ciddiyetle de eğilmek gerekiyor.
* * *
Âcizane, yurt içinde ve yurt dışında yapmış olduğumuz gözlem ve tesbitlere göre, dindar ve muhafazakâr ailelerin çocukları da—yukarıda temas ettiğimiz—tehlikelere mâruz durumdalar. Ve bu durum, aileleri derinden derine düşündürüyor.
Haliyle, üzülmek gibi düşünmek de yetmiyor. Muhakkak sûrette çare arama ve tedbir alma cihetine gitmek gerekiyor.
Bu mesele için aranacak çarelerden ve alınacak tedbirlerden daha mühim, daha ciddî ve daha makbul biz hizmeti hakikaten düşünemiyor, tahayyül dahi edemiyoruz.
Evet, günümüz itibariyle ebeveynlerin en büyük derdi evlâtlarının ahlâk ve hidayeti olduğu gibi, onları iman ve hidayet dairesine sevk edecek çare ve tedbir arayışı dahi yapılacak hizmetler listesinin birinci sırasında yer almalı.
Meselâ, aralarında yapacakları istişarelerde aşağıdaki suâllerin cevabını arayıp bulmaları gerekir:
- Çocuk dünyaya geldiği andan itibaren, ona hangi yaşta hangi eğitimi vermeli? Ona hangi yaşta nasıl davranmalı.
- Okul öncesi yaşta ona neleri öğretmeli ve neleri daha sonraya bırakmalı?
- Okula başladıktan sonra, onu yaşıtları arasında nasıl bir sosyal çevreye dahil etmeli ve nasıl bir ahlâkî terbiyeye sevk etmeli?
- Bilhassa on beş yaşına kadar verilmesi gereken “ahlâk-ı İslâmiye terbiyesi” hangi seviyede ve ne şekilde verilmeli?
- Okul ve mahalle ortamında hangi arkadaş çevresinden onu uzak tutmaya çalışmalı? Ve, bunu ona nasıl anlatıp iknaya çalışmalı?
- Haftalık, dönemlik ve yıllık tatillerini bilhassa dinî eğitim ve manevî terbiye açısından nasıl değerlendirmeli, bu hususta ona nasıl yardımcı olmaya çalışmalı?
- Okul tahsilinin hangi kademesinde çocuğa hangi telkinlerde bulunmalı; aynı şekilde, hangi telkinlerde bulunmaktan kaçınılmalı?
- Okul tahsilini tamamladıktan sonra, hayata atılma safhasında, iş ve aile kurma meselesinde ona nasıl ve ne şekilde yardımcı olmaya çalışılmalı?
Diyanet “Pot kırdı”
Daha evvel (3 Ocak 2011) yazmış olduğumuz “Pot mu, put mu?” başlık bir yazı büyük yankı uyandırmıştı.
Emirdağ Lâhikası (I) isimli eserin ilk (1959-73) baskılarında Üstad Bediüzzaman’a ait “Dehşetli bir put kırdım” tâbiri yer alıyor. Bu nüshalar, arşivimizde mevcut. (S: 242)
Son yıllarda ise, bazı yayınevleri tutup bu son derece kritik ifadeyi ne yazık ki “Pot kırdım”a çevirdi.
Risâle’nin neşrini tekeline geçiren Devlet, Diyanetle sözleşme imzalayan yayınevlerine güyâ eski baskıların esas alındığı nüshaları vermiş.
Ne var ki, yukarıya aldığımız o kritik tâbir için aynı şekilde davranmayıp bunu “Kemalist zihniyet”in hoşuna gidecek tarza dönüştürmüş.
Yani, o tabiri “Dehşetli bir pot kırdım”a çevirmiş. Bunu, yaptığımız tetkiklerde gözlerimizle gördük. Neşriyat bölümündeki arkadaşlarımız da bunun şahidi.
............................................
NOT: Detaylı bilgi için bakınız: http://www.yeniasya.com.tr/m-latif-salihoglu/pot-mu-put-mu-2_200298
***
RUZNÂME 13 ŞUBAT 1878
Tâze Meclis fesh edildi
Birinci Meşrûtiyetin ilânıyla (1876) teşkil olunan Osmanlı Meclis-i Mebûsânı, Sultan II. Abdulhamid tarafından "vazifesini lâyıkıyla îfâ edemediği" gerekçesiyle 13 Şubat 1878’de feshedildi.
Meclis'in kapatılmasıyla birlikte, Anayasa (Kànun-u Esasî) da rafa kaldırılmış oldu. Böylelikle, I. Meşrûtiyet dönemi, henüz bir yaşını dahi tamamlayamadan son bulmuş oldu.
Demokrasinin kesintiye uğradığı bu dönem, tam 30 yıl sürdü. II. Meşrûtiyet, Hürriyet ile birlikte ancak 1908'de ilân edilebildi.