Bugün Namık Kemâl’in vefat yıldönümü. “Meşhûr Kemâl” henüz 48 yaşında iken, 2 Aralık 1888’de Mutasarrıflık yaptığı Sakız Adasında, vefat etti.
Kendisinin “Bolayır’da gömülme arzusu” dikkate alınarak, bilâhare aynı yere nakl-i mezar yapıldı.
* * *
Yakın tarihimizde, Namık Kemâl kadar hakikî hüviyet ve şahsiyeti az bilinen, hatta yanlış bilinen çok nâdir kimse vardır.
Bütünüyle uydurma fıkralara ismi karıştırılan bu “Ehl-i Kemâl” zâtın gerçek şahsiyeti, maalesef kasten kirletilmeye çalışıldı.
Şayet, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin onun hakkındaki senâkâr ve takdirkâr beyanları olmasaydı, muhtemelen bizler de onu hakikî veçhesiyle bilemez, tanıyamaz olacaktık.
Evet, yıllar önceki bir yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, bilhassa hürriyet, meşrûtiyet, adâlet ve Kànun-i Esâsî’nin (Anayasa) tekâmülü gibi hayatî meselelerde—tâbir-temsilde hata olmasın—Namık Kemâl, âdeta “bayraktarlık”; Üstad Bediüzzaman ise “sancaktarlık” vezifesini yaptı.
Kezâ, “Ahrâr-ı Osmaniye”den oldukları halde “Avrupa meftunu” olmayan Namık Kemâl ve Ziya Paşa gibi şahsiyetler, Bediüzzaman Hazretleri’nin nazarında, birer “Dâhî edip, hamiyetli Ahrar, basiretli siyasîler” idi.
Bu basiretli şahsiyetler, Osmanlı Saltanatı’nın gidişat ve âkıbetini tâ 1860’lardan itibaren gördüler ve ona göre de fikrî kaynak, idarî alternatif modelleri geliştirmeye âdeta vakf-ı hayat eylediler.
Ama, ne yazık ki, Padişah ve Sadrâzamlar başta olmak üzere, ekâbirlerin kısm-ı âzamı onları bir türlü anlamadı, anlayamadı. Nitekim, aydın diye geçinen kimi “şahısperest bağnaz” onları hâlâ anlayabilmiş değil.
Bizim vazifemiz ise, korkup çekinmeden, yorulup usanmadan, onların hüviyetini, fikir ve mesleklerini nesillere anlatmaya çalışmak. Bu vazifeyi, zaruret derecesinde ehemmiyetli görmekteyiz.
Bilvesile, tekrâren de olsa, kısaca anlatmaya çalışalım.
Hürriyet fedâileri
Hürriyet, Meşrûtiyet ve Kànun-u Esâsî (Anayasa) gibi sosyal hayatın can damarını teşkil eden meselelerde, Namık Kemâl ile Üstad Bediüzzaman'ın fikir ve kanaatleri arasında muazzam bir benzerlik, fevkalâde bir müştereklik vardır.
Namık Kemâl'in "aşkına esir olmayı esaretten kurtulmak" mânâsında tâbir ve tasvir ettiği hürriyet hakikatini, Üstad Bediüzzaman "imana nisbet" ederek şu kanaate varıyor: “İman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet.” (Münâzarât: 59)
Kezâ, Namık Kemâl'in hürriyeti destanlaştıran "Hürriyet Kasidesi" şiiri ve "Rüyâ" başlıklı makalesi ile, Üstad Bediüzzaman'ın "Hürriyete Hitap" nutku arasında da muazzam bir fikir ve mânâ irtibatı var.
Kemâl'in Rüyâsı ile uyanmak
Said Nursî, henüz 15-16 yaşlarında Mardin taraflarında olduğunu ve burada iken Namık Kemâl'in "Rüyâ" isimli makalesini okuduğunu, aynı zaman zarfında hürriyetin mânâsı ile siyasetteki "muktesit meslek" hakkında ciddî mâlûmat sahibi olduğunu gayet açık bir sûrette beyân ediyor.
İşte kendi orijinal ifadeleri: "İnkılâptan (1908'den) on altı sene evvel (1892), Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhûr Kemâl’in 'Rüyâ'sıyla uyandım." (Age, s. 123)
"Muktesit meslek" tâbirinin siyasetteki mânâsı, ümmetin ekseriyetini temsil eden "vasat yol"dan gitmek, aşırılıklara sapmayan, yani radikalizme düşmeyen, dengeli ve müsbet bir idare tarzını benimsemek ve siyasî mesleğini bu müstakim hat üzere sürdürmeye çalışmak demektir. Ki, Bediüzzaman Said Nursî de ömrünün sonuna kadar, hiç inhiraf etmeyerek daima bu meslekten gitmiştir:
“Elhasıl: Hükümete hücum edenler, bazıları 'Haydo, Haydo' derlerdi, bazıları 'Haydar Ağa, Haydar Ağa' derlerdi; ben 'Haydar' derdim, şimdide 'Haydar' diyorum vesselâm..." (Age, s. 125)
@salihoglulatif:
“Risâle-i Nur'un hocası Risâle-i Nur” olduğundan, kibirli-enâniyetli hocalar ona düşman kesiliyor. Kimi gizli, kimi alenî şekilde... Gizlisi sinsî olup, zımnî tarzda adâvet eder. Dolayısıyla, çok daha tehlikeli.