Doksan küsûr yıldır Türkiye, bölge ve dünya gündemini meşgul eden ve şimdilerde bir kez daha gündemin baş sıralarına gelip oturan “Musul Meselesi” ile ilgili olarak, 18 Ekim 1924’te Millet Meclisi’nde “Gizli Celse” yapıldı.
Yapılan bu gizli oturum esnasında, önce Dışişleri Bakanı İsmet Paşa tarafından Meclis’e bilgi verildi. Ardından müzakerelere geçildi.
İsmet Paşanın verdiği bilgiler, ağırlıklı olarak Lozan’da ve bilâhare Türk-İngiliz heyetleri arasında yapılan Haliç Konferansı sonrasında (19 Mayıs 1924’te) atılan bir nevi “geri adımlar”ın sebep ve gerekçelerini ihtiva eder bir mahiyette idi.
* * *
Türkiye’nin Musul Meselesiyle ilgili olarak peşpeşe attığı “geri adım” asıl meselesi, o tarihte söylendiği gibi, sırf savaş riski ve ordumuzun zayıflığı, yetersizliği falan değildir.
Asıl sebep, bozulmak-iğfal edilmek istenen “Sünnî Türk” nüfusunun o bölgede az oluşu; ondan da önemlisi, tıpkı Lozan’da olduğu gibi “İngiltere ile hiç ters düşmemek” şeklinde verilen söz ve bu maksatla duyulan hassasiyettir.
Şimdi Musul’la ilgili olarak, tâ Mondros Mütarekesinin imzalandığı 30 Ekim 1918’den sonra yaşananların kısacık bir dökümünü sunalım.
* * *
Tarihî kayıtlarda "Musul Meselesi" şeklinde yer alan bu dâvâ, esasında genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında masa başında kaybedilmiş bir dâvâdır.
Çünkü, Musul, Birinci Dünya Savaşında kaybedilmedi. Tâ Mondros Mütarekesinin imzalandığı 30 Ekim 1918 yılına kadar bile, Musul ve çevresi Osmanlı topraklarına dahildi. Üstelik, asgarî vatan sınırları olan "Misâk–ı Millî" hudutları içindeydi. Ne var ki, kısa bir süre sonra İstanbul'u işgal eden İngilizler, aynı tarz hareketle Musul'u da işgal ettiler.
* * *
İstiklâl Harbinden sonra, Musul Meselesi tekrar gündeme geldi. Türkiye, tümüyle bu davadan vazgeçmiş değildi.
Konu, Lozan görüşmelerinde de ele alındı. Türk delegasyonu içinde yer alan Dr. Rıza Nur, Hatırat'ında, heyet başkanı olan İsmet Paşa tarafından Musul'un gerektiği şekilde savunulmadığı ve adeta İngiltere'nin dümen suyuna gidildiğini yazıyor.
Lozan Konferansında kesin çözüme bağlanamayan Musul meselesinin çözüme kavuşturulması, Türkiye ile İngiltere arasındaki ikili görüşmelere bırakıldı.
19 Mayıs 1924'de, bu maksatla İstanbul'da toplanan Haliç Konferasında da, Türkiye lehinde kayda değer hiç bir ilerleme sağlanamadı. Meselenin Birleşmiş Milletlere (Cemiyet-i Akvam) intikal ettirilmesine karar verildi.
Oysa, Türkiye henüz bu cemiyetin üyesi bile değildi. İngiltere ise, cemiyette en çok ağırlığı olan bir ülke konumundaydı.
Netice itibariyle, Musul'un Türkiye'den ayrılıp Irak'a bağlanması ve Irak'ın da 25 yıl müddetle İngiltere'nin hegemonyasına terk edilmesine karar verildi.
Bu arada, Türkiye'ye de—sus payı kabilinden—25 yıl boyunca Musul petrollerinden % 10 pay verilmesi kararlaştırıldı.
Ne var ki, anlaşmaya konulan ek bir madde ile, "Türkiye, 500 bin İngiliz lirası karşılığında petrol üzerindeki hakkından feragat" ettirilmiştir. (5.6.1926 Ankara Antlaşması.)
Böylelikle, üzerinde yemin edilen "Misâk-ı Millî" sınırları, diğer bazı hususlarda olduğu gibi, Musul meselesinde de açıkça ihlâl edilmiş oldu.
Unutulmaz Hatıralar
Sâdettin Çelik Ağabeyin cenaze merasimine Türkiye’nin hemen her yöresinden gelip iştirak edenlere şahit olduk.
Bu tabloya baktıkça, zihnimizde hep şu mânidar söz canlanıp durdu: “Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.”
Demek ki, yurdumuzun her tarafında Sâdettin Ağabeyi bilen, tanıyan ve onun yarım asrı bulan ihlâslı, gayretli ve istikametli hizmetini takdir ile yâdediyor ki, hepsi de gönüllü olarak gelip cenazesine katılıyor.
İşte, bu mânadaki duygu ve düşüncelerin adeta sel olup Yıldıztepe’de o camiden Erenler Mezarlığına doğru aktığı o muhteşem tablo, bize ayrıca şunu hatırlattı: Daha evvelki yıllarda Bandırma temsilcimiz Tayyar Alnıak ve Geyve temsilcimiz İsmail Hakkı Ağabey için yaptığımız bir çalışmayı, Sâdettin Ağabey için de yapmamız gerekir.
Bu maksada matuf olarak, gelir gelmez hemen bir dosya hazırlığına başladık.
Dolayısıyla, merhum Sâdettin Ağabey ile ilgili hatırası olanlar, mümkünse bir dosya kâğıdını geçmeyecek şekilde yazıya döküp bize (aşağıdaki e-mail adresine) göndersinler. Biz de, inşaallah bir sponsor bularak, bu hatıraları kitaplaştırmaya gayret ederiz.
Yazıların gönderileceği e-mail: [email protected]