"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Meydanlarda bir hürriyet kahramanı

M. Latif SALİHOĞLU
26 Temmuz 2017, Çarşamba
GÜNÜN TARİHİ: 26 Temmuz 1908

Bundan 110 sene evvel bugün (26 Temmuz 1908), Sultanahmet Meydanı’ndan toplanan halka hitap eden Bediüzzaman Said Nursî, dört dörtlük bir “Hürriyet Nutku”nu irad etti.

Bu nutuk, öyle çok beğenildi ve takdir gördü ki, dinleyenler, bunun başka yerde de tekrarlanmasını talep ettiler. Hürriyete susamış olan halkın bu talebi, kısa sürede “Kahraman-ı Hürriyet” olarak bilinen Enver ve Niyazi Beylere ulaştırıldı.

Onlar da, hemen bunun tedbirini aldılar ve aynı nutkun Selanik Hürriyet Meydanı’nda okunması için zemin hazırladılar. Nitekim, üç gün sonra, yani 29 Temmuz günü “vâki dâvete icâb ederek” Selanik’e giden Üstad Bediüzzaman, o destansı nutku burada aynen irad etmiş oldu.

Bir hususun daha altını çizerek, hadisenin gelişme seyrine öyle geçelim. O da şudur: Eşzamanlı olarak ilân edilen Hürriyet ve Meşrûtiyetin İslâmiyet’e aykırı değil, bilâkis tamamen uygun ve barışık olduğunu anlatacak, Bediüzzaman Hazretlerinden başka tanınmış bir âlim yoktu. Varsa dahi, meydana çıkmış veya çıkacak gibi değildi.

Bilinen tanınmış âlimlerin hemen tamamı, Sultan Abdülhamid’in uygulamış olduğu İstibdat Siyaseti’nden yana tavır koymaktan ileri gidemiyorlardı. Bediüzzaman ise, 1907 yılı sonlarında İstanbul’a gelir gelmez, hürriyet ve meşrûtiyetten yana tavrını âşikâr etmekle kalmadı, ilâveten inisiyatif kullanarak, bu içtimaî nimetleri umuma mal etmeye vargücüyle çalıştı. İşte bu meyandaki ifadelerinden misâller: "Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ulemâ ve talebeye hitaben müteaddit nutuklarla şeriatın ve müsemmâ-yı meşrûtiyetin münasebet-i hakikiyesini izâh ve teşrîh ettim. Ve mütehakkimane istibdadın şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim." (Divân-ı Harb-i Örfî: 22)

* * *

“Evvel (1908’den evvel) Şark’ta fenalığın sebebi, Şark’ın uzvu hastalanmış zannediyordum. Vaktâ ki, hasta olan İstanbul’u gördüm; nabzını tuttum, teşrih ettim (açıp baktım); anladım ki, kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedâvisine çalıştım; bir divânelikle taltif edildim.” (Age: 87)

* * *

Yine aynı eserde yer alan ve “Devr-i istibdatta tımarhaneden sonra tevfikhanede iken, Zabtiye Nâzırı Şefik Paşa ile muhavere” başlıklı kısımdan bir parça: “Sigara kâğıdı kadar ince ve nizâm nâmıyle bir perdeyi (istibdat perdesini), bu kadar feverân-ı efkâr ve hissiyâta karşı herkesin üstüne örtmüşsünüz. Herkes, altında, sizin tazyîkatınızla meyyit-i müteharrik gibi inliyor. Ben acemî idim, altına girmedim, üstüne düştüm.”

* * *

Açıkça anlaşıldığı üzere, “deli muamelesi”ni görmeye, divânelikle damgalanıp tımarhaneye gönderilmeye, hatta işkenceli hapishanede ömür tüketmeye bile razı olan Üstad Bediüzzaman, “inanç ve fikir hürriyeti”ni fedâ etmeye asla razı olamıyor.

Öyle ki, Sultan II. Abdülhamid’in şahsını iyi-şefkatli gördüğü için, onu tahkir ve tezyife tenezzül etmediği halde, onun “hafif istibdat” ayarındaki siyasetini de içine alan bütün dikta yönetimleri hakkında şu ifadeyi kullanmaktan çekinmiyor: “Meşru, hakikî meşrûtiyetin müsemmâsına ahd ü peymân ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libâsı giysin ve ismini taksın, (her nerede) rast gelsem sille vuracağım.” (Age: 40)

* * *

Evet, Üstad Bediüzzaman, tarihin bu dönüm noktasında, esasen hayatını hiçe sayarak inisiyatif alıyor ve ısrarla hürriyete, meşrûtiyete sahip çıktığı gibi, herkesin de sahip çıkılmasını istiyor; tâ ki, bu nimet elden gitmesin... Bediüzzaman böyle davranmakla, aynı zamanda, "Hürriyet, Meşrûtiyet Zaferi bizim sayemizde kazanıldı" şeklinde yaygara koparan Ermeni, Rum ve Yahudi gibi gayr-i müslim çevrelerin dermanını kesiyor ve bu hizmetin onlara ait olmadığının bilfikir ve bilfiil ispatına çalışıyor.

* * *

Son olarak "Hürriyete Hitap" başlığını taşıyan ve bilâhare Risâle-i Nur Külliyatına da dahil edilen o mühim “Nutuk”tan bazı bölümler aktararak nokta koyalım.

Kitlelere hitaben şunları söylüyor, Bediüzzaman Said Nursî:

"Ey hürriyet-i şer'î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun. Benim gibi bir Şarklıyı tabakât-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasa idin, ben ve umum millet, zindân-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum (müjdeliyorum.)

"Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim dahil olalım! Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulûb; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dördüncüsü, sa’y-i insanî; beşincisi, terk-i sefahettir...

"Sakın ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde laübaliliklerle (hürriyeti) tekrar öldürmeyiniz.

"Ey hamiyetli ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilâf-ı şeriat ve lezaiz-i nameşrûa ile (o pis istibdadı) tekrar ihya etmeyiniz!

"Talebeliğin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin fermân-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki: Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz; tâ elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kapta bize içirmekle bizi boğmasın." (Age: 73)

***

@salihoglulatif:

Bediüzzaman: İstibdat ne şekilde olursa olsun, Meşrûtiyet libâsı giysin ve ismini taksın, (her nerede) rast gelsem, sille vuracağım.

Okunma Sayısı: 4624
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı