Meşrûtiyet ve onunla bağlantılı olan Anayasa (Kànun-i Esâsî) tâ 1876’dan beri vardı; fakat, tam tamına 30 yıldır (1878’den beri) askıya alınmış ve devredışı edilmiş durumdaydı.
24 Temmuz 1908’de ise, yine aynı Padişahın (Sultan II. Abdülhamid’in) iradesi ve fermânıyla, Meşrûtî idare tekrar yürürlüğe konulmuş oldu.
Bu hadiseye, her ne kadar “II. Meşrûtiyetin ilânı” deniliyor olsa da, gerçekte yaşanan şey, kelimenin tam anlamıyla “Hürriyetin ilânı” idi.
Zira, yeniden tatbik sahasına konulan şey, 1876’da ilân edilen Meşrûtiyetin tâ kendisiydi; başka bir şey değildi.
Buna ilâveten 1908’de hayata kazandırılmaya çalışılan şey, “hürriyet” olup, bununla istibdadın kaldırılmasına çalışıldı.
Özet olarak söylemek gerekirse: 1908’de Mutlâkıyetin yerini “Meşrûtiyet”, istibdadın yerini ise “Hürriyet” almaya başladı.
Esasen, 30 yıla yakındır, vatandaşların en çok baskı gördüğü ve temel haklarından mahrûm olduğu hususların başında “fikir ve ifade hürriyeti” geliyordu.
İşte, Hürriyet ve Meşrûtiyetin yeniden ilân edilip hayata hâkim kılınmaya çalışıldığı aynı hafta içinde, yani 29 Temmuz 1908’de, bir “Umumî Af” ilân edildi.
Hatta denilebilir ki, yeniden teşkil edilen “Osmanlı Meşrûtiyet Meclisi”nin ilk icraatlerinin başında genel af geliyor.
Meşrûtiyet idaresinin bu umumî affından, Müslim-gayrımüslim ayırd edilmeksizin, Osmanlı vatandaşı olan bütün mahkûmlar yararlanabildi.
* * *
Evet, bu umumî af hadisesi, Meşrûtiyet idaresinin ilk resmî icraatlerinden biri oldu.
Yaklaşık 30 yıldır devam eden istibdat rejimi, hapishaneleri adeta “fikir suçluları” ile doldurmuştu.
Aynı zaman zarfında, değişik fikir veya siyasî cereyanlara bağlı olduğu tesbit edilenlerin mühim bir kısmı, sürgün cezasına çarptırılarak uzak-yakın muhtelif diyârlara gönderilmişti.
İlân edilen bu genel aftan, haliyle onlar da istifade ederek evlerine döndüler.
Bu arada, genel affın ilân edilmesinden rahatsızlık duyanlar da oldu. Daha çok Sultan Abdülhamid taraftarı olan bir grup Osmanlı aydını, söz konusu affa karşı geldi, hatta yer yer protesto etme cihetine gitti. Ancak, bunların fazla bir etkisi olmadı.
* * *
Genel af, özellikle bu tarihten sonra, bizde adeta bir gelenek halini aldı. Hemen her köklü yönetim değişikliği ile birlikte, bu âdetin tekrarlanması da, neredeyse beklenen bir icraat şeklinde telâkki edilmeye başlandı.
Oysa, genel affın, fikir ve siyaset suçlularını kapsaması ne derece doğru ve isabetli ise, başkasının hakkına, hukukuna girerek veya bilfiil tahribat yaparak suç işleyenlerin affedilmesi de o nisbette zararlı ve sakıncalı olmuştur.
Kul hakkına girerek suç ve günah işleyenleri Cenâb-ı Hak bile affetmiyor; huzuruna bu suçlarla gidilmesini istemiyor.
Bu nokta, temel insan hakları itibariyle de fevkalâde önemli.
Hülâsa: Umumî aflarda, devlet kendi fikrî, bürokratik, ideolojik haklarından vazgeçebilir; ancak, mağdur olmuş vatandaşların hakları üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunamaz, bulunamamalı.
@salihoglulatif:
Risâle-i Nur'da en çok nazara verilen bir husus: "Zaman, şahıs zamanı değil" hakikatidir. Bu hakikatten sapmayanlara, hiç inhiraf etmeyenlere selâm olsun.
* * *
Şartlar ne olsursa olsun, Nur Talebesi, haricî cereyanların etkisiyle değil, doğrudan doğruya Kur’ân’ın malı olan Risâle-i Nur’daki düstûrlarla konuşup yazmalı.